PKK’ya tutunan radikal sol
1 Mayıs’ta yaşananlar bir gerçeği yeniden doğruladı: Türkiye’deki radikal sol örgütler ve sendikal hareketler büyük bir hızla yutuluyor... Evet, etnikçi hareket, o örgütleri bölecek zannedilirken, durumun daha da vahim olduğu, söz konusu örgütlerin ‘yutulma’ riski taşıdıkları her geçen gün daha iyi anlaşılıyor... Örgütlerin içinde var olan Kürtçü potansiyelin daha diri bir kimlik taşıması, yapıları PKK’nın güdümüne sokuyor...
Dikkat edilirse, dilleri, propaganda biçimleri, öncelikleri, hedefleri değişiyor... Büyük bir memur sendikasının yıllardır PKK taleplerini kendi talebiymiş gibi gündeme getirmesi, bu yolda ‘kapatılma’ tehlikesine hiç aldırmadan kararlılıkla devam etmesi bir gerçekti...
Radikal sol, dünyadaki genel erimeye paralel biçimde Türkiye’de de küçüldü... İnkâr edilemez bu olgu karşında, serpilen Kürtçü harekete tutundu... Kürtçü hareket, onlara göre daha dinamik ve geniş tabana sahipti... Geçmişte Alevi gençliği istismar ederek, bu tabandan militan devşirmeyi başarıyla gerçekleştiren marjinal solun, artık o kaynağı aynı derecede kullanamıyor oluşu, etnik bölücülerle daha fazla dayanışmayı mecburî hâle getirdi... Zaten var olan Marksist temelli ideolojik akrabalık, 70’lerin yadigârı yoldaşlık, bu işbirliğine ve karşılıklı geçişlere bir anlamda meşruiyet de kazandırıyordu... ‘Halkların kardeşliği’ni ’örgütlerin kardeşliği’ olarak okumak gerekiyordu!..
Fizyolojinin ilgi sahasına giren bir tür ‘simbiyotik’ ilişkidir bu... Yani her iki organizmanın karşılıklı yarar sağladığı durumdur... Bu ilişkide birlikte yaşamak şarttır... Bugün legal-illegal bir çok sol örgüt, bölücü organizmalarla ‘mutualizm’ denilen simbiyotik ilişki türevi ortaklıktan beslenmekte ve hayatta kalma mücadelesi vermektedir... Marksist solun bu ortaklıktaki payının günden güne azalması, bir tedbir arayışına veya uyanışa değil, tam tersine daha fazla bağımlılığa yol açıyor... Ayakta kalması için PKK’nın diri unsurlarından daha fazla faydalanmayı meşru gördükçe, aslında biraz daha yok olduğunu ya fark edemiyor ya da devlete olan ‘düşmanca’ tutumdaki ortaklık, zaten sınırlı olan objektif düşünme yeteneğini köreltiyor...
Seçimlerde oluşan ‘blok’lar, ‘emek’ gibi itiraz edilemeyecek ama gerçek niyeti gölgelemeye yarayacak faaliyetler, radikal solu itibarsız biçimde PKK’nın kucağına itiyor... 60’larda ve 70’lerin ilk yarısında solun himayesinde varlığını koruyan ‘etnik bölücülük’le Marksist sol arasındaki ilişki bugün tersine dönmüş durumda... Artık onlara şemsiye olan, gerektiğinde Meclis’e taşıyan, dün ‘korunması’, bugün ise ‘koruması’ gereken yoldaşları var... Üniversitelerde gelişen terörizme baktığınızda, bu ilişkinin ne boyuta ulaştığı çok daha belirgin bir şekilde görülmektedir... Yine PKK terörünün ‘şiddeti taviz koparma yöntemi’ olarak ‘açılım’ adı altında siyasî iktidara tescilletmiş olması, temelde şiddeti esas alan sol örgütler için PKK’yı ‘cezbedici bir model’ konumuna yükseltmiştir...
‘Karşılıklı yararlanma ilişkisi’ ancak bugünü izah eder, yarın için ‘garanti’ anlamı taşımaz... Bu örgütler, memur ve işçi sendikaları, dernekler, meslek odaları, şımaran ve büyüyen bölücü dalga karşısında ‘ortaklık’tan ‘marabalık’ düzeyine evrildiklerini, karşılıklı bağımlılığın ‘tek taraflı hizmet’e dönüştüğünü fark ettiklerinde belki de çok geç kalmış olacaklar... Bölünmeyle kurtulamayacaklar, yutulmuş olacaklar...
Kendisini ‘sol’ olarak niteleyen radikal legal-illegal örgütlerin PKK lehine itiraf edilemeyen seyrini çıplak gözle bile teşhis edebilirsiniz... Devletle kalan eski hesabı görme saplantısı ve sözde emek dayanışması, söz konusu örgütlerin hem mücadele yöntemini, hem de dilini PKK’ya ciro ettirmiş gibi... Elbette istisnaları var ama büyük çoğunluğun ve özellikle ‘sivil toplum kuruluşları’nın bölücülüğe nasıl lojistik sağladığı artık gizlenemeyen bir gerçek... Legal örgütlerin yönetim kademelerinde PKK eğilimli olanların gittikçe ağırlık kazanması ‘yutulma’nın derecesini gözler önüne seriyor... Radikal sol, ‘yararlanayım’ derken, yutuluyor...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi