Bugün günlerden Gün Sazak
Gün Sazak’ın şehit edilmesinin üzerinden 33 adet 27 Mayıs geçmiş... Hâlâ cinayetle ilgili sır kapısı tam aralanabilmiş değil... Olayla ilgili üç Dev-Sol’cu yakalanmış, Ahmet Levent Babacan müebbet hapis cezası alırken, Cem Öz 5 yıla, Sadık Zafer Özcan ise 6 yıla mahkûm edilmişti... Olayda önemli rolü olduğu tahmin edilen Cemal Kemal Altun yurt dışına kaçmıştı... Daha sonra Almanya’da yakalandı... 30 Ocak 1983’te iade kararı çıkmasının beklendiği Berlin’deki duruşma salonuna getirildi... Kelepçelerinin çözülmesini fırsat bilen Altun, 6. kattan atladı... Belki de cinayeti aydınlatmaya yarayacak bazı bilgiler ölen teröristle birlikte toprağa girdi...
Gümrük kapılarımızın delik deşik olduğu bugünlerde Gün Sazak ismi çok daha anlam kazanıyor... Siyasî rakiplerinin bile ‘dürüstlüğüne kefil’ olabildiği, gümrüklerde kaçakçılığı büyük ölçüde engellediği ve bu yüzden birden fazla hasıma sahip olduğunun bilindiği, açık bir gerçek... Türkiye’yi 12 Eylül’e taşıyan en sansasyonel eylemlerden birisi olan Sazak cinayetinin bütün ayrıntılarıyla aradan geçen bunca yıla rağmen hâlâ aydınlatılamamış olması bir hukuk devleti ayıbıdır...
Kanlı 1 Mayıs veya Maraş olayları söz konusu olduğunda olayların tüm yönleriyle aydınlatılmasını haklı olarak isteyen çevreler ‘katledilen milliyetçiler’le ilgili tam bir çifte standart sergilemektedirler... Tıpkı öldürülen gazetecileri anarken, İlhan Darendelioğlu ve Kemal Fedai Coşkuner’leri hiç ağızlarına almadıkları, televizyonlardaki bağnaz/Marksist elinden çıkma senaryolarda katillerin reklamı yapılırken, mağdurların ‘işbirlikçi’ ve ‘tetikçi’likle suçlanmaları gibi...
Gün Sazak ve Tuncay Mataracı... Halef-selefler... Birisi dürüstlüğünün ve siyasî görüşünün bedelini toprağa düşerek, diğeri de yaptıklarının bedelini Yüce Divan’da yargılanıp, yolsuzluk suçu dolayısıyla cezaevine düşerek ödedi... İki Bakan arasındaki fark bile Türkiye’nin hangi gel-gitler arasında kaldığını bir roman tadında özetliyor aslında... Türkiye kimleri kaybetmiş? Ve Türkiye’de kimler kazanmış?
Milliyetçinin kaderi bu galiba... Demiryolu yapımı sırasında Tatvan’da bulunurken, senato seçimlerine aday olan birisinin ‘bölücülük’ yaptığına şahit oluyor ve o âna kadar aklından geçirmediğin aktif siyasete girmeye karar veriyorsun vatanseverlik refleksiyle... Belâ gelecekmiş umurunda olmadan...
15’e yakın Bakan’la çalıştığını söyleyen eski başmüfettişlerden Necati Can’a göre Sazak’ın ‘devlet tecrübesi’ yoktu ama ‘hedef’i vardı ve şöyle demişti: “Gümrük teşkilatı stratejik bir kurum. Eğer ben bu kurumu toparlayıp, bir noktaya getirebilirsem, Türkiye çok değişik bir noktaya gelir...”
12 Eylül öncesi Türkiye’ye gümrüklerden giren silahlarla ilgili Sazak’ın doğrudan müdahil olduğunu söyleyen Can, örnek olarak İpsala kapısından sokulan silahları gösteriyor... Belçika çıkışlı silahlar yol üstündeki Avrupa ülkelerinden geçerken, ‘Suudi Arabistan’a ihraç edilen silah’ muamelesi görüyor... Fakat Türkiye’ye geldiğinde evrakta ‘lamba ayağı’na dönüşüyor!.. Üstelik son durak Arabistan değil, Diyarbakır!..
Necati Can, yine silah kaçakçılığıyla ilgili Ordu’daki ‘Alucralı Sami’ örneğini veriyor ve bu operasyonla da Sazak’ın bizzat ilgilendiğini aktarıyor... Yani Sazak, şimdiki Bakan Hayati Yazıcı gibi gümrükte yakalanması gereken kaçak sigara kamyonlarının ancak bir kısmı sınırı üçyüz kilometre geçtikten sonra polis tarafından yakalanırken, “Yasa dışı ticarete göz açtırmayız” diye Ankara’dan üfürmüyordu...
Sazak, dürüst ve vatansever kimliğin bedelini hayatıyla ödedi... Arvasî, Sazak’ın şehadetiyle ilişkili yazısını şöyle tamamlamıştı: “Sen de, senin kızıl manyakların da dayandığın kızıl imparatorluk da Allah’ın izni ile kahrolup gideceksiniz. Biz, meşru zeminlerde ve sabırla devletimizin, size gereken cevabı vermesini ümit edecek ve Allah’ın ‘kahhar’ sıfatı ile tecelli etmesini bekleyeceğiz...”
Gönüldaşları onu unutmadılar... Belki de tek teselli bu...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi