Beraber çürüdük biz bu yollarda
Dünyadaki ekonomik krizden etkilenmediğimizi ispatlamak için bankalarımızın ‘kârlılık’ oranlarındaki artışı gösterirken problem yoktu!.. Daha geçen sene Başbakan Yardımcısı Ali Babacan Türkiye ekonomisinin iyi yolda olduğunu bankaların yükselen kâr oranlarıyla açıklıyordu...
‘Faiz lobisi’nden hiç de şikayet edilmiyordu... Diğer sektörlerde durgunluk yaşanırken, bankacılar için 2012 ‘bereket’ yılıydı... Bir yandan insanların bankalara borcu katlanmaya devam ederken, diğer yandan bankaların kâr oranı yüzde 20 artmıştı... Bankalar tarafında tablo çok parlaktı!.. Çünkü vergi listesinin ilk 10 sırasının 8’ini bankalar kapatmıştı...
Hiç şüphe yok ki Türkiye’nin finans kuruluşları için cennete dönüşmesinde ekonomi bürokrasisinin önemli bir payı vardı ve bununla âdeta gurur duyuyorlardı... Bu kârlar, global krizden etkilenmediğimizin deliliydi!..
Biz ‘borsa’ denince ‘zahire borsası’nı anlamalıydık!.. Zaten bankalar da bu kadar kârı, hububat ticaretinden, ganyan bayiliğinden veya lunapark işletmeciliğinden elde etmiş olabilirlerdi!.. Bugün ‘faiz lobileri’nin yakıp yıkıcılığından şikayetçi olduğumuza göre, demokrasi tarihimizin en uzun boylu hükümeti döneminde bu ‘olağan şüpheli faizciler’e göz açtırılmamış olmalıydı!..
Türkiye Bankalar Birliği’nin 56. Genel Kurulu’nda, Türk bankacılığının dünyada parmakla gösterilen bir başarı örneği olduğunu söylüyordu Ali Babacan... Ona göre 1 trilyon 400 milyar liralık bilanço büyüklüğüne sahip sektör, yaptığı kârı sermayeye ekliyordu ve bundan dolayı yıpratılmaması gerekiyordu... Şu sözler kendisine ait: “Türkiye’nin ekonomik istikrarının temel direklerinden birisi olan bankacılık sektörümüz algı olarak hırpalamamamız gerekiyor. Türkiye eğer kendisini farklılaştırdıysa, ekonomik krizde sağlam bir şekilde ayakta duruyorsa, bunun iki temel direği vardır. Biri sağlam ‘kamu maliyesi’, diğeri sağlam ‘bankacılık sektörü’müz. Sağlam bankacılık sektörünü her gün yıpratmak, her gün bir başka popülizm meselesi ile sektöre haksız yaklaşmak tabii ki kendi istikrarımıza da zarar verir...”
Şimdi yaşamakta olduğumuz siyasî krize neden olarak bankacıları ve ‘sıcak paracılar’ı gösterenler 11 yıldır sanki bu ülkeyi değil de Mozambik’i yönetenler!.. ‘Faizciler’in yüksek rekolteli hasadı için bu tarlayı mümbit hâle getirenler hangi hükûmetin ekonomi kurmayları acaba? Sıcak paranın Türkiye’ye gelmesi için faiz oranlarını dünya ortalamasının üzerinde tutarak, ‘cazibe merkezi’ oluşturan anlayışın bugün kimi kime şikayet etme hakkı var?
Dün, 2008 ve 2009’da yaşanan global krizden fazlaca etkilenmemiş olmamızı bankacılık ve kamu maliyesinde gerçekleştirdikleri ‘reformlar’a bağlayan Ali Babacan, bugün yaşanan olayları tıpkı Başbakan Erdoğan gibi ‘faiz lobisi’yle ilişkilendiriyor... Yine aynı Başbakan gibi “Kimdir bu lobiciler?” sorusunu isimlendirerek cevaplandırmaktan kaçınıyor, sözü ‘faizlerin yüksek olmasından istifade edenler’ şeklinde yuvarlıyor...
Madem bu ülkeye bu kadar düşmanlık yapanları biliyorsunuz, deşifre edin o zaman... ‘İki ağaç’tan öte bildiklerinizi, en azından halkla ilişkilerin gereği olarak açıklayın... Millet öğrensin kimdir bunlar ve kimin hangi uygulamalarından yararlanarak iyice şişmişler?
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın soru üzerine “Onlar kendilerini iyi biliyorlar” cevabı cevap değildir... İlkokul öğretmeninin, hatalı öğrenciyi arkadaşlarının önünde mahcup etmemek için başvurduğu bu şablon, iddialar doğruysa, bir memleketin kanını emenler için asla geçerli olamaz... Bu isim ve kurumların açıklanmıyor oluşu “Beraber çürüdük biz bu yollarda/ Beraber paslandık yağan yağmurda” uyarlamasıyla izah edilebilir mi acaba?
Herkes biliyor meselenin ‘o ağacın altı’ romantizmiyle sınırlı olmadığını... Daha önce ‘kamu maliyesi’ ve ‘bankacılık sektörü’ adı altında ‘iki sağlam direk’ diktiklerini öne sürenler açısından zor bir durum...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi