
Sevr paranoyası mı demiştiniz?
Sistemli bir saldırıydı bu... ‘Üniter yapı’ konusundaki hassas insanları dirençlerini kırmak ve yalnızlaştırmak için hep aşağıladılar, onları ‘güvenlik’ten söz edemez hâle sokmak istediler... İş öyle boyuta vardı ki, kim ‘bölünme’ kaygısı dile getirse ona ‘Sevr paranoyası’nı yakıştırdılar...
Bir tarafta resmin bütününü okuyabilen ‘akıllılar’ vardı, diğer tarafta muhayyel korku krizine giren ‘paranoyaklar’!.. Söylediklerine göre hiç bir pazarlık yapılmamıştı, artık kan durmuştu, silahlar bırakılacak, teröristler ülke dışına çekilecekti!.. ‘Tek vatan, tek bayrak, tek millet’ten taviz verilmeyecekti!..
Peki bir kaç ayda ne oldu? Bırakılan tek silah yok... Sınır dışına stratejik ve ‘sınırlı’ bir çıkış söz konusu... Buna karşılık, bölgedeki şehirler ‘muzaffer teröristler’in ilân edilmemiş hâkimiyet ve propaganda alanına dönüştü... Devletin ilgili birimleri kesinlikle müdahale etmiyorlar, edemiyorlar...
Daha iki ay önce ne diyordu Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç: “Akıllı olmanın yolu işin sonunu görmektir. Denenmedik bir şey kalmamış, bir de bunu deneyelim. Bize güvenin.” Ve ilâve ediyordu: “Ya en sonunda başarısızlık olursa ne olacak; bu günlere dönmüş olacağız, çok fazla bir ikaybımız olmayacak ama bir de tutarsa, yaptığımız işten başarılı sonuçlar alırsak ne olacak, kaymaklı baklava olacak. Bundan daha güzeli olur mu? Kaybedeceğimiz bir şey yok ama kazanacağımız çok şey olabilir...”
Sanki babalarından kalan mirasla ilgili karanlığa zar atmışlar veya ‘bul karayı al parayı’ oynuyorlar... Açılım tutmazsa sadece ‘kaymaklı baklava’yı kaybeder, en fazla bugünlere dönmüş olurmuşuz!.. Bu kadar basitti yani!.. Oyla bu laboratuvarda gerçekleştirdiğiniz bir kimya deneyi değildi ve bunca yaşananlardan sonra süreç bittiğinde asla bıraktığınız yere dönemezdiniz... Necis masalarda yaptığınız mutabakatın psikolojik ve sosyolojik anlamdaki olumsuz sonuçlarını, kanunla veya kararnameyle kapatamazdınız...
Şimdi sormak lâzım, bıraktığınız yer ve zamanda bu mağlûbiyet havası var mıydı? Sözde ‘çekilmeyi izleme’ adına oluşturulan ve her yana asılan Apo posterleri ve PKK paçavralarıyla dolu ‘kurtarılmış alanlar’ söz konusu muydu? Meselâ Van, önceki gün Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın yazdığı rapordaki kadar geride miydi? Asker, bırakın teröriste müdahaleyi, kendi karakolunu koruması bile suçmuş noktasında mıydı? İçişleri Bakanı kayıp mıydı? Devlete sadık unsurların ümitleri bu kadar kırılmış mıydı? Korucu ailelerinde çözülmeler başlamış mıydı? Teröristbaşının serbest kalması için her yerde ‘adım at’ yürüyüşleri ‘müdahalesiz’ yapılabiliyor muydu?
Cevabını bildiğim hâlde yetkililere, “PKK’nın kaçırdığı kişinin yerini biliyorsanız, operasyon yapabiliyor musunuz?” sorusunu yöneltmiştim... Kesinlikle operasyon yapılmıyor, ‘sürece halel gelmesin’ diye... Örgüt bu zaafı iyi bildiği için 70’lerin sonundan bu yana en rahat hareket alanına kavuştu ve ‘devlet’ gibi davranıyor... Devletin emniyet birimleri ise ‘nizamiyenin içine’ hapsolmuş durumda... Sahi vatandaş, devletin ‘büzüşmesi’ karşısında, tek kale maç yapan PKK’ya nasıl direnecek?
Açılımın şu ana kadarki en belirgin sonucu, bir terör örgütünü daha fazla ‘halklaştırmış’, onu dünyanın meşrû görebileceği bir çizgiye doğru ilerletmiş olmasıdır... Bizim gibi düşünenler bunları çok önceden söylerken ‘Sevr paranoyası’yla suçlanabilmişlerdi... AKP içindeki bu kafa, kendi partilerinden olan Kütahya milletvekili Prof. Dr. İdris Bal’ın, açılımın dört sütunlu ‘Birleşik Kürdistan’ projesine yarayabileceğini, bölücülüğün geri dönülmez bir noktaya gelebileceğini, sorunun ‘Filistinleşme’ ihtimali taşıdığını ifade eden raporu karşısında ‘paranoya’ diyebildi mi acaba?
Arınçgiller familyası dönsünler başa bakalım dönebiliyorlar mı? Sanki tek kaybedilecek şey ‘kaymaklı baklava’ydı!.. Bunlar elbette unutulmayacak!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi