O utanç uzman çavuşa ait değil!
Bir yanda sanal bir ‘barış süreci’ ilerliyor, diğer yandan gerçekler yaşanıyor... Medyanın büyük bir bölümü beynine kuşkular doluşmuş halkı ‘terapi’yle meşgul... Bölgede devletin asayişten, asayişin de devletten soyutlandığı bir dönem yaşanırken, olaylar örgüt yöneticilerinin iradelerinden bağımsız ‘münferit olaylar’ gibi sunularak, sürece şüpheli yaklaşan kitlelerin endişeleri bastırılmak isteniyor... Ama diğer yandan bu olaylar sayesinde PKK’nın artık ‘müdahale edilemez, yeni otorite’ kimliği inşa oluyor...
‘İyiniyet’le ‘aptallık’ arasında gidip gelen siyasîlerin, ütopik dünyasındaki fantazileri pratiğe aktarıp ‘barış güvercini’ uçurabileceklerini zanneden sözde bilim adamları ve gazetecilerle, ‘profesyonel işbirlikçiler’in oluşturduğu hava asla gerçeği yansıtmıyor... En son kaçırılan uzman çavuşun ifadesini duyup da, memleket adına kaygılanmayan ve bu sürecin hâlâ ülkenin menfaatine yürüdüğüne inanan varsa, bu durum aymazlığın ‘bulaşıcı’lığını gösterir sadece...
PKK’lılar için adalet ve emniyet birimlerine talimat verip, çekilme sırasında bir kaza yaşanmaması ve teröristlerin selametle Kuzey Irak’taki kamplarına çekilebilmesi için ‘operasyon yapmayın’ mesajı gönderen irade, bu metodla katiller için ‘yol güvenliği’ sağlamıştı... Anlaşılan o ki, teröristler için yol güvenliğini teminat altına alan o irade, devletin personeli için ‘yol güvenliği’ sağlama maddesini masaya getirmeyi akıl edememişti!.. PKK’lılar rahattı, çünkü onların yolunu kesecek irade ‘şimdilik’ yoktu... Oysa devletin personeli onlar kadar ayrıcalıklı değildi, çünkü yollarını kesebilecek teröristler, artık yol kontrollerindeydi!..
Başlangıçta pazarlanan ‘barış planı’na göre, birileri gidecek, diğerleri kalacaktı... Ama uygulamada, gidecek olanlar kaldı, kalıcı olanlar ise süreci devlet adına yöneten iradenin ellerinin kollarının bağlaması dolayısıyla hareket alanlarını kaybedip, kıpırdayamaz hale getirildi!.. İşin yüz kızartıcı gerçeği şu oldu: Arayan ve aranan, kovalayan ve kovalanan yer değiştirmeye başladı... Bu durum şüphesiz orada görev yapan emniyet birimlerinin değil, bu utandırıcı süreci başlatan ve devam ettirenlerin ayıbı...
Uzman çavuş Yetkin Beğen, Diyarbakır-Bingöl karayolunda yol kesen PKK’lılar tarafından kaçırıldı... Beğen, bir teröristin sahip olduğu kadar yol güvenliğine sahip olmamasının bedelini ödedi... Kaçırılma esnasında hakaret ve küfürlere maruz kaldı, itilip, kakıldı, tekmelendi, yaralandı, üzerine basılarak konuşuldu... Aslında itilip, kakılan o değil, onun şahsında, kimliğini taşıdığı Türkiye Cumhuriyeti’ydi...
İfadeden anlaşılan, PKK bölgedeki nüfus müdürlüklerinde çalışan yandaş memurlar sayesinde herkesin nüfus kütüklerindeki bilgileri de toplamıştı... Teröristler yurt dışına çıkmıyordu, Lice olayları silahlı PKK’lıların organizesiydi, hint keneviri tarlaları teminatları altındaydı... Ve kendisini teslim alan İHD üyeleri de ‘askerlerin can güvenliği tehlikede’ mesajıyla üstü kapalı tehditler savuruyorlardı...
Yetkin Beğen üç gün alıkonulduktan sonra kurtuldu kurtulmasına da, ya devletin iradesi ve otoritesi ne oldu? O da kurtuldu mu, yoksa hâlâ ayaklar altında mı? Bu soruya bulunması gereken cevap ülkeyi yönetenlerin ne kadar umurlarında bilmiyoruz... Dünyanın başka coğrafyalarında kaybolan ya da darbeye maruz kalan otoritelerle ilgili ayırdığı mesainin onda birini kendi egemenlik alanında kaybolan otoritesine ayırmayan yönetim tarzının bu korkunç çelişkisini kim izah edecek?
İş o derece pişkinliğe vardırıldı ki, kaçırılan uzman çavuşun silahı PKK’lılar tarafından geri verilse, bizimkilerden şöyle bir açıklama bile gelebilir: “Biz demiştik PKK silahları bırakacak, bakın birini bıraktı bile!..”
Bu enformatik savaşta işi aslı şu: Ülkenin bir kısmında nabza göre şerbet verilirken, diğer kısmında nabızlar şerbete göre ayarlanıyor... Bütün olan bitene rağmen Garp cehpesinde bir şey değişmezken, Şark cephesinde çok şey değişiyor...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi