Şark cephesinde unutulan evlâtlar
Biri üç günlük, diğer altı günlüktü... Anne baba ve akrabalardan oluşan diğer yirmibeş kişiyle birlikte katledildiler Çevrimli’de... O bebeklerden birinin adını veremezdiniz o havaalanına çünkü henüz adları bile konmamıştı!...
O havaalanın adı Bayram Tekin de olabilirdi... Cenazesinde “Bir Bayram gider, başka Bayramlar gelir, eşim geride aslanlar gibi bir evlat bıraktı” diyen Gülay Tekin’in eşi, birbuçuk yaşındaki Altay’ın babası Bayram Tekin...
Ya da Şenol Akar düşünülebilirdi... Güneydoğu’nun ilk şehit öğretmeni... İlk görev yerinde katledilmişti; risksiz eylem arayan ve bunun için silahsız ve savunmasız öğretmenleri seçen alçaklar şebekesi tarafından... Veya Mustafa Boz... İmam-Hatip lisesinde meslek dersleri öğretmeniydi... Kimisinin öldürülme gerekçesi ’asimilasyon memuru’olması, kimisinin ise okuluna ısrarla Türk bayrağı çekmesiydi...
Arif Mamış da uygun düşerdi... “Bir gün gelemez, şehit düşersem, arkamdan ağlama” dediği Sudenaz’ın babası... “Kocamın başında ağlamayın, şerefsizleri sevindirmeyin” diyen eşe ve çocuğa sahip özel harekatçı Cihat Akkaya...
Şehit olmadan önce bir arkadaşının sayfasına “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” yazan Yavuz Selim Arslan... Zonguldaklı Yüzbaşı Hasan Atıl, Tarsuslu taksicinin, resmi nikâhı yapılmış ama düğünü yapılması için gün sayılan oğlu Faruk Kaya... İki yıl önce trafik kazasında erkek kardeşini kaybettiği için, Fidan annesi telaşlanmasın diye gittiği yeri söylemeyen, altı aylık evli Cengiz Gülcü...
Bu adların hepsi verilebilirdi o havaalanına... Yine arkadaşlarına “Siz rahat uyuyasınız diye sırtımda kırk kilo yük, aklım vatanımın dağlarında, geziyorum” diye not bırakan Gaziantepli Cevdet Deniz Özdemir gibi... Aynı çatışmada şehit düşen ve cenazesinde “Bağırıp da hainleri sevindirmeyin, dik durun” diye haykıran yedi aylık hamile Sultan’ın eşi Osmaniyeli Hasan Erzi gibi...
Yüzlerce ad vardı yüzlerce... Korucu Mehmet Coşkun da koyabilirdiniz, komando astsubay Hüseyin Ateş de... On yedi yaşındaki engelli oğlu Fatih’in tedavisi için emekli hâliyle çalışmaya devam ederken, diğer oğlunun şehadet haberini alan baba Cemal Türken’in oğlu Tuncay Türken... “İki evladım daha var. Onları da bu vatana seve seve kurban ederim. Ben hainin yüzünü güldürmem. Oğlum bu bayrağa kanını verdi” diyen babaya, “Oğluma söz verdim, ağlamayacağım. Onları sevindirmeyeceğim. Vatan sağ olsun” diye seslenen anaya sahip şehit Emre Anşin...
Afyonkarahisarlı üsteğmen Sami Çiftçi, Adıyamanlı er Serdar Küpeli, İznikli Süleyman Güleç, Antalyalı uzman çavuş Erdoğan Sönmez, Tokatlı er Uğur Sağdıç, Konyalı çavuş Ramazan Emre Ala, Muğlalı asteğmen Burak Erdi Uysal ve yüzlercesi...
Asker, polis, öğretmen... Saydıklarımızın hepsi Şırnak’ta şehit düştü... O meşhur tabirle ‘gül bahçesine girer gibi’ yürüdüler ölüme, Akif’i doğrularcasına ‘Peygamber kucağı’na kahramanca koştular... Ankara da onların vatanıydı, Giresun da, İstanbul da, Şırnak da... Erzurum’un da evlâdıydılar, Kayseri’nin de, Şırnak’ın da...
Sonra... Şırnak’ta bir havaalanı yapılmıştı ve ona bir ad konacaktı... ‘Evlât’ olarak hiçbirisinin adı akla gelmedi... Şırnak bu vatanın bir parçası olarak kıyamete kadar kalsın diye kanlarını sebil edenler unutuldu, yerine ‘Şırnak’ın evlâdı’ denilerek, Şerafettin Elçi adı bulundu... ‘Şırnak’ın evlâdı’nın hatırı, ‘vatan evlatları’nın hatırına galebe çaldı...
Ne demişti Şırnak’ta şehit düşen Rizeli er Caner Kesimal facebook’ta: “Ben ölürsem ne olur biliyor musun? Herkes unutur, bir tek annem hatırlar!..” Büyük ölçüde haklı çıktı galiba... Ramazan günü ‘Şark cephesinde unutulanlar’a bakıp bu utancı yaşıyoruz...
Tek tesellimiz, bizler gibi, bu utancı yaşatanlara da şah damarlarından daha yakın olan ve kalplerdeki gizliyi saklıyı bilen Allah’ın ‘şehitler ölmez’ teminatına ve şaşmayacak adaletine olan inancımız... Gerisi hikâye...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi