'Allahaısmarladık’
“Ailemin adresi: İstanbul’da, Beşiktaş’ta, Yeni Mahalle’de, Bostanüstü’de 62 Numaralı hanede Musa Efendi. Bu defter kimin eline geçerse bir şehit hürmetine yukarıdaki adrese göndersin.”
Çanakkale şehidi Teğmen İbrahim Naci, şehit düşeceğinden emin gibi böyle başlamış günlüğüne... Günlüğü yayına hazırlayan 18 Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Lokman Erdemir ve Çanakkale Savaşı Harp Malzemeleri ve Belgeleri Koleksiyoneri Seyit Ahmet Sılay, notların sonunda geçen “Allahaısmarladık” ifadesinin son kelimesini kitaba isim olarak seçmişler...
Teğmen İbrahim Naci, İstanbul’dan yola çıkıp, şehit düştüğü ana kadar, edebî ve akıcı bir üslupla, savaşın insan üzerindeki psikolojik etkilerinden, mekân tasvirlerine kadar önemli analizler yapıyor...
İbrahim Naci savaş günlüğünü tamamlayamadan şehit düşüyor... Yirmi dokuzuncu gün, yani 21 Haziran 1915/Pazartesi günü son olarak şu notları yazıyor: “Saat 7.00. Geceden beri düşman taarruz ediyor. Şimdi gidiyoruz. Allah hayreylesin... Saat 11.00. Muharebeye girdik. Milyonlarla top ve tü-
fek patlıyor. Şimdi birinci onbaşım yaralandı. Allahaısmarladık...”
Bölük Yüzbaşısı Bedri Efendi, şehit İbrahim Naci’nin geride kalan eşyaları arasında bu günlüğü buluyor ve Naci’sine hitap eder şekilde kendisi devam ediyor... Kahramanlığını, yiğitliğini ve mitralyöz gibi konuşkanlığını anlatıp, Türk gençliğinin döktüğü sel gibi kanın, vatanın kuru topraklarından daha intikam alıcı, daha gayretli, daha bilgili, Türklüğü ve Turan’ı eski haşmetinden daha yükseklere çıkaracak filizleri sulayacağını söylüyor ve şu notu düşüyor:
“Naci!.. Sen ve emsalin ölmediniz, bir iki kazma darbesiyle oyulmuş çukurlara gömülmediniz; siz büyük Türklüğün ve Müslümanlığın sinesinde hürmet ve saygıyla yaşayacaksınız...”
Yüzbaşı Bedri Efendi de tamamlayamaz günlüğü... 2 Temmuz 1915’te Zığındere muharebelerinde düşmana taarruz sırasında o da şehit düşer... Bunun üzerine günlükteki son notun altına bir çizgi çekilir ve 71. Alay 3.Tabur İmamı Mustafa Memduh ve kâtip M. Atıf şehadetin gerçekleştiğini yazarlar... Günlük baştan sona etkileyici ama bugün yaşadığımız felaketler karşısında milletin tamamından aynı hassasiyeti görememenin üzüntüsünü yaşayanlar için şu bölüm çok önemli:
“Vaktiyle Türk kahramanlığı, büyüklüğü ile titreyen bu yerler şimdi ne felaketler, ne küçük düşürücü hadiseler yaşamıştı. Cesaret ve adaletiyle şan veren ecdadımızın haşmetiyle dolu bu topraklar daha dün Bulgarların uğursuz ve kirli ayaklarıyla ne kadar çiğnenmiş, kim bilir ne kadar ağlamıştı. Bilmem buralar bundan etkilenmiş miydi? Ben geçtiğim yerlerdeki İslâm ahalisinde bu hissi göremedim. Önlerinden kurbanlık kuzu gibi geçen askerlerimize fazla bir yardım ve yakınlık göstermiyor, hiç olmazsa su dağıtarak onların yaralı kalplerine merhem olmuyorlardı.
Biz ki, kendi toprağımız için harp ediyor, kendi namusumuz, kendi şerefimiz için kan döküyoruz, böyle mi olmalıydı? Ah! Biz ne kadar hissiz, ne kadar kansız imişiz. Kamçı gibi çarpan şiddetli bir yağmur altında, kırık taşla, çamurla dolu sokaklarından geçerken dar pencerelerden uzanan irili ufaklı başların pek azında üzüntü belirtileri görmüştüm. Ah! Bunlar ne soğuk adamlardı!”
İşin maalesef bir de bu tarafı vardı. Teğmen İbrahim Naci gördüklerini, savaş atmosferinin verdiği duygusallıkla bu şekilde kâğıda dökmüştü... Bugün de zaman zaman bu hisse kapıldığımız oluyor... Ama şunu bilmek güzel: Sonunda İbrahim Naciler kazanıyor... Yok olmuyorlar; tarih onları karanlığın içinden çekip, bugüne, hak ettikleri mevkiye taşıyor... Duygusuzlar, nemelâzımcılar, işbirlikçiler, korkaklar toprağın altında çürüyüp giderken, şehitler ölmüyor!..
Ülke yanarken, duygusuzca camlarından bakanlar, önlerinden kurbanlık gibi giden evlâtlarına aldırış etmeyenler, hissiz bir varlık gibi yaşadıkları dünyadan arkalarında hiç bir şey bırakmadan çekip giderlerken, İbrahim Naciler bir vatan bırakıyorlar...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi