‘Ek süre’ ister misiniz?
PKK’nın görüşlerini dile getiren gazeteden aynen iktibas ediyorum: “KCK Genel Başkanı Abdullah Öcalan, ailesi ile yaptığı görüşmede kendisinin birinci aşamayı başarıyla tamamladığını ve ikinci aşamayı başlattığını belirterek ’Hükümetten beklenen adımlar atılmıyor. 1 Ekim’e kadar çözüm süreci için hükümet adım atmalı. Bu konuda ben elimden geleni yaptım. Ben daha başka ne yapabilirim ki?’dedi..”
Taraflardan birisi PKK... Lideriyle uyum içinde, rol paylaşımı iyi yapılmış, kimlerin ipleri gerip, kimlerin uzlaşmacı görüneceği, hangi adımların hangi zamanda atılacağı, kısa ve orta vadeli hedeflerin ne olacağı iyi belirlenmiş... Tam bir strateji çerçevesinde hareket ediliyor...
Diğer taraf ise Türkiye Cumhuriyeti’ni temsilen AKP hükûmeti... ‘Çekiliyoruz ve silah bırakıyoruz’ diye kandırıldığını itiraf edemeyen, ‘Artık kan akmıyor’ şalını gerçeklerin üstüne çekerek halkından doğruları saklayan, halka vaat ettikleriyle PKK’nın oluşturduğu gündem arasındaki çelişkiler ortaya çıktıkça şaşkınlık yaşayan ve günü kurtararak belâyı kritik seçimler sonrasına kadar savmaya çalışan...
Geçen hafta bir korucubaşı dostumuzla iftarda buluştuk... Anlattıkları, bölgede devletin ne duruma düşürüldüğünü ortaya koyuyordu... Torunu rahatsızlanmış... Acilen hastaneye götürmeleri gerekiyor... Ama o esnada yolda KCK-Asayiş denen terör örgütü uzantısının ‘rutin kontroller’ yaptığını öğreniyorlar... Aralarına kan girmiş PKK uzantılarına kimlik gösterecek kadar alçalamazlardı... Güvenlik birimlerinin eli kolu bağlı olduğu için iş başa düşüyor ve bunun üzerine kendilerince tedbir geliştiriyorlar... O sözde ‘asayiş timi’ni kuşatıp, geçici bir süreliğine teslim alıyorlar...
Daha sonra o KCK’lıları serbest bırakıyorlar... Etkisiz hâle getirmek yerine doğrudan çatışsalar ve ölümler olsa, ‘barışı provoke etmek’ ve ‘kandan beslenmek’le suçlanacaklardı... “Tam da bu zamanda” diye başlayan cümlelerle “Zaten bölgedeki terörün ve faili meçhullerin sebepleri bunlardı” kara propagandasıyla yine baş başa kalacaklardı... Eh ‘zamanın ruhu’ gereği kimse de onlara sahip çıkmayacaktı!..
“Adliye veya emniyete niye haber vermediniz?” sorusu israftan bile sayılmazdı!.. Sürecin hatırına bu kurumlar bu çağrılara kulak verecek durumda değildi!.. Operasyonlar, geçtiğimiz Aralık ayından itibaren durmuştu... Askerlerin mevcut karakol inşaatlarını koruması bile kârdan sayılıyordu!..
İki yıl boyunca büyük fedakârlıklarla temizlenmiş dağlarda artık devlet yok gibiydi... O çokça propagandası yapılan fakat silah marifetiyle gerçekleşmeyen ‘alan hâkimiyeti’, süreç marifetiyle epeyi yol almıştı... Bugün Lice’deki ‘şehit mezarlığı’nı, medyaya yansıdığı için hemen herkes biliyor... Aynı tür mezarlıklardan Herekol’da ve diğer dağlarda inşa edildiğini, terörist mezarlarının oralara nakledildiğini kamuoyu bilmiyor... Bölgede içine kapanan kamu otoritesi sayesinde, özellikle Hakkari ve Şırnak bölgesindeki dağlar fiilen PKK’nın, şehirler de ‘dokunulmaz KCK’lılar’ın etki alanında!..
PKK bir yandan tehdit ederken, diğer yandan stratejik davranmayı da ihmal etmiyor... Cemil Bayık, “1 Eylül son tarihtir. 1 Eylül’e kadar adım atılmazsa amacın çözüm değil, tasfiye ve katliam olduğu anlaşılacaktır. Elbette o zaman özgürlük hareketi ve Kürt halkı bu tasfiyeye karşı kendini savunacaktır” diye tehdit savururken, diğer yandan Abdullah Öcalan, hükûmetin yeni adımlar atmasını şart koşarak, “Süreçten çekileceğim demiyorum ama o tarihe kadar adım atılmazsa süreci geliştiremeyeceğimiz açıktır” diyebiliyor... Doğrudan ‘süreci bitirme’ resti çekmiyor, çünkü bu sürecin sağladığı avantajların farkında ve stratejisini buna oturtmuş durumda...
Bir terör örgütü kendisince ‘doğru’ yu yapıyor ve bu anlaşılabilir bir durumdur... Anlaşılamayan durum, sürekli “Adım at, yoksa sana bedel ödetirim” tehdidine maruz kalan büyük bir devletin, Cemil Meriç’in ‘mazideki ihtişamından utanan ihtiyar dev’ i gibi büzüşüp acze düşmesidir...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi