
İstanbul da Dersim olur mu?
Sunu özenle belirtiyorlar: “Geri çekilmenin durdurulması, sürecin bittiği anlamına gelmez...” Bunu hem -sanki biribirlerinden bağımsız örgütlermiş gibi- KCK, hem BDP hem de DTK yapıyor...
Çünkü sürecin tek galibinin kendileri olduğunu, kesilmesi durumunda bugün devleti yönetenler eliyle sağladıkları avantajları yitireceklerini iyi kestiriyorlar... Kışın yaklaştığı göz önüne alındığında terör örgütünün ‘ateşkes’i bitirme ihtimalinin zamanlama açısından pek de stratejik olmadığı anlaşılacaktır... Şehirleri bir ağ gibi ören yapılanma tamamlanmadan, idarî, adlî ve siyasî ‘tek hakim’ benim havası halka tam kabul ettirilmeden bu süreci kesintiye uğratmak PKK’nın işine gelmeyecektir...
Ayrıca PKK’nın kolu olduğu hâlde dünyanın ‘terörist’ demediği PYD gerçeği var... Kuzey Suriye’de bir ‘ada’meydana getirmiş, kademeli olarak bağımsızlığı amaçlayan bir savaşı başlatmış durumda... Üstelik Türkiye tarafından da muhatap kabul ediliyor...
PKK ‘iki cepheli’ savaşa girmek yerine, ‘Türkiye cephesi’ni dondurdu ve ‘Suriye cephesi’nde yoğunlaşmakla akıllıca davrandı... Türkiye’de ‘masa’da, Suriye’de ise ‘saha’da kazanmayı deniyor... Alınan mesafeye bakılınca bir terör örgütünün, geleneği olan büyük bir devlet karşısında hamle üstünlüğünü nasıl ele geçirdiği açıkça görülüyor... Suriye’de müttefikleri tarafından aldatıldığı ve yalnızlığa terk edildiği bugünlerde bütün çıplaklığıyla ortaya çıkan bir yönetimin ‘derin’ zaafıyla, gerginliği istediği gibi kontrol ederek açılım sürecine yön veren bir terör örgütünün stratejisini mukayese ettiğimizde, PKK lehine ne büyük bir farkın olduğu açıkça anlaşılıyor...
‘Tehdit gücü’ sürekli ellerinde... Devletin şakağına silah dayayanlar da, aracılık edenler de PKK’lı veya sivil iş birlikçisi... Sürecin akıbeti konusunda, eğer Kandil’in sözleri, Ankara’nın sözlerinden daha önemli, belirleyici ve inandırıcı bir nitelik kazanmışsa, devleti yönetenlerin yıllara yayılı çelişkili tutumları artık ‘rol icabı’ damgasını yemişse problem giderek kronikleşmiş demektir...
Devlet öylesine ‘aciz’ bir görüntüye sürüklendi ki isyan için vücudun zayıf düşmesini bekleyen virüslerin tamamı cesaretlendi... Üç gün önce Diyarbakır’da Memur-Sen’in de bulunduğu 57 sivil toplum kuruluşu, totaliter ve faşizan dönemin ‘ırkçı’ bakiyesi olarak gördükleri ‘Andımız’ın kaldırılması için 300 kişiyle toplandılar... Yani örgüt başına kadınlar dahil 6 kişi bile düşmüyor!.. Ama ortada öyle bir boşluk var ki gündemi artık bunlar belirliyor... Başbakan ise önceki gün Adıyaman’da yaptığı gibi “Ret, inkâr ve asimilasyonu ortadan kaldırdık” şeklindeki klasik nakaratını tekrarlamakla, PKK’ya taviz verdikçe seçimleri sağ selamet atlatabileceğini hesaplıyor...
Doğrusu Erdoğan’ın seçimlere kadar milliyetçi eğilimli olup da AKP’den desteğini çekmemiş olanları ‘idare etme’ şansı var... Ama sürecin tarafı olan ve sürekli tehdit savurup, gerilime istikamet vererek siyasî sonuç alan BDP çevresini nasıl tatmin edecek, işte o muamma... Çünkü BDP’liler milliyetçiler kadar ‘uysal’ veya ‘çaresiz’ değil... Hakkari milletvekili Zozani’nin şu sözleri her hâlde sadece şahsa özel değildir: “Erdoğan, bir tarafta Kürt siyasetini müzakere masasında tutarsam, diğer taraftan milliyetçi unsurları küstürmezsem, seçimi kurtarma şansına sahibim diyor. Yanıldığı bir nokta var; gelişmeler Erdoğan’ın seçimlerini beklemeyecek. Türkiye adım adım kaotik bir sürecin içerisine evrilirse ne yerel seçimler ne de yazın Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak duruma gelebilir. Seçimlerin yapılabilirliğinin koşulları ortadan kalkabilir...”
Sürekli tehdit, şantaj ama ipi koparmadan, sonuç alana dek... Çünkü ‘yumuşak karın’ı yakaladılar... Kostaklanmanın arkasının boş olduğunu, blöf yiyince, değil Tunceli’nin, İstanbul’un bile adını Dersim yapabilecek ‘kafa’yı iyi çözdüler...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi