‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız kaçsınlar’
Devlet, Bingöl Cezaevi’nden kaçan teröristleri yakaladı... Burada bir trajikomiklik yok mu? Farzedelim üçünün Yüksekova kırsalında ‘barıştan yararlanarak’dokunulmazlığa kavuşmuş diğer teröristlerin kampına gittiğine dair ihbar aldınız... Ne yapacaktınız? Hakkari Valiliği “Aman diğer teröristlerle karıştırmayın, süreç bozulmasın” diyerek ‘kişiye özel’ operasyon izni mi verecekti? Kampın kapısına dayandınız, ‘barışın tarafı saygın teröristler’size pişkin pişkin “Arama emrinizi gösterin” dediklerinde onlara savcının yazısını mı gösterecektiniz? Yoksa ‘barış’a halel gelmesin diye tıpış tıpış geri mi dönecektiniz?
Dünyanın hiçbir hukuk devletinden yaşanmayacak rezalete bakın... Diyelim ki, cezaevinden kaçan katilleri, en az kendileri kadar katil bir gruba karışmış vaziyette Cudi’de kıstırıp, sağ yakaladınız... Sonra tek tek kimlikleri tespit ettiniz... Aralarından kimleri alıp, kimleri serbest bırakacaktınız? Katilleri kendi arasında kategorize edip “Sen kal, sen gel, çünkü ayıp ettin cezaevinden kaçtın” mı diyecektiniz?
Bunları birbirinden ayıran suçun türü değil, suçu işledikten sonra yakalanıp yakalanmamış olmaları!.. Eğer ‘ekselans Apo’yla anlaşmadan önce yakalanmamışsan, çok daha büyük katil olsan bile sana dokunan yok... Arayan, soran, operasyon düzenleyen yok... Belinde silahla şehirlere inebilir, korku estirebilir, yol kesebilir, haraca bağlayabilir, uyuşturucuyu organize edebilir, asayiş birimleri kurup kimlik kontrolü yapabilir, muhtemel halk isyanının alt yapısını hazırlayabilir, PKK’lı yoldaşlarını eski mezarından çıkarıp, inşa ettiğin ‘şehitlik’lere gömebilirsin... Sana dokunulmaz, çünkü sen ‘barışın tarafı ve teminatı’sın!..
İşlenilen suçun niteliği ne olursa olsun, yakalanmamış olanların ödüllendirildiği bir düzen!.. Şimdi ‘âkil hukukçular’ tartışsınlar, tutuklu veya mahkûmken kaçan PKK’lıların statüsü ne olacak? Onların kan bulaşmış mekaplarıyla artık özgürce dolaşan teröristlerden eksikleri ne ki aranacaklar?
Hadi bu rezaletin biraz daha dibini bulalım... Evrensel hukukta kişinin lehine olan değişiklikler geçmişe işler... Yani yasa değiştirilerek, eylemin ‘suç vasfı’ ortadan kaldırılmışsa veya hafifletilmişse suçlu bundan yararlanır... Bu durumda, adı konulmamış bebeklerin katilleri ‘operasyondan muaf’ statüye kavuşmuşsa ve bu fiilî durumdan diğerleri de yararlanmak isterse kim ne diyebilecek? Bu rezaleti hukuk devletinin boynuna bir yafta gibi asanlar bu tablodan nasıl utanmazlar?
Denilebilir ki, ortada teröristleri dokunulmazlığa kavuşturan bir yasa değişikliği yok... İşte rezalet de burada başlıyor zaten... Fiilî durumun yasal dayanağı yoksa, düzenin yetkilileri tepeden tırnağa suç işlemiş oluyorlar... Durum komedi sınırlarını bile aşıyor... Bölge terörizmin panayır yerine dönüşecek, savcı duymayacak, kolluk kuvveti görmeyecek, vali talimat vermeyecek!.. Ortada yasa değişikliği yok, yazılı emir yok... Şifaî talimatlar var, “Dokunmayın, süreç sabote olmasın!” diye...
Bugünler gelip geçtiğinde bakalım o valileri, o savcıları, o kolluk kuvveti yöneticilerini kim kurtaracak adil bir yargı düzeninin elinden? Yürürlükteki yasaların kendilerine emrettiği görevlerini yapmamalarını bakalım nasıl izah edecekler? Ve bakalım bu ‘teslimiyet’e yasayla onay verip halka rezil olmak yerine, şifaî talimatlarla süreci idare ederek halkı uyandırmamaya çalışanlar, o gün kendi dertlerine düştüklerinde bölgedeki görevini ihmal eden bürokrasiye sahip çıkma gücünü kendilerinde bulabilecekler mi?
Tünel kazmışlar da kaçmışlar... Kovalayıp yakalamışız... Niye kovaladığımızı ve nereye kadar kovalayacağımızı bilen var mı? Ya da bunlar kovalanırken, Türkiye Cumhuriyeti’ne doğrulttuğu silahı indirmeyenlerin, istediği adımlar atılmazsa ‘eskisinden beter’olacağı tehditlerini savuranların ve gidecekleri söylendiği hâlde Türkiye topraklarını terk etmeyenlerin niye kovalanmadığını açıklayabilecek ‘fikir namusu’na sahip bir yetkili var mı?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi