Cumhurbaşkanı’nın ‘ben’leri
“Şeref ve gururu taşıdım... TBMM çalışmalarını yakından izledim... Azami çaba sarf ettim... Türkiye’nin normalleşmesine özen gösterdim... Kararlılığa destek oldum... Sandığın erdem ve onuruna yürekten inandım... İnancımı hiçbir zaman sarsmadım... Bilincinde oldum... Aklımda tuttum... Savunageldim... İnancım hiç eksilmedi... Kanaatindeyim... Memnuniyetle karşıladım...”
Meclis’in açılış konuşmasını yapan Cumhurbaşkanı Gül, cümleleri işte böyle ‘ben’lerle bağladı çoğunlukla... Oysa geçen yılki açılış konuşmasında böyle bir ‘dil’ yoktu... Daha çok ‘ders verir’nitelikteydi... Bu yılki açılış konuşması ise ‘ibra’için delegasyonun oyuna sunulan ‘faaliyet raporu’ gibiydi...
2012 açılışında neredeyse hiç ‘ben’ bulunmazken, bu yılki konuşma ‘ben’le başladı, ‘ben’le bitti diyebiliriz... Gül, tarz itibariyle, özellikle Gezi olaylarını değerlendirirken, hükûmete oranla daha ‘üst perde’den bakmayı, ‘farklı’ görünmeyi tercih etmişti... Bu ‘fark’ın gerekliliğine ve karşılık bulduğunu düşünüyor olmalıydı ki, aynı vurguya devam etti... Üstelik ‘gençlerin mesajı’nın hükûmetçe de alındığını ifade ederek... Halbuki, Kuzey Afrika dönüşündeki açıklamasından ve daha sonra devam eden tutumundan anlaşılacağı üzere Başbakan Erdoğan’ın böyle bir kabulü hiç olmadı... Gül’ü doğrulayabilecek tek açıklama Bülent Arınç’tan gelmişti ve bu açıklamanın hükûmet içinde nasıl bir ‘şiddet’ve ‘bastırılan istifa’ doğurduğunu Ankara siyasetinde duymayan kalmamıştı...
Bilindiği üzere, tutuklu milletvekilleriyle ilgili ‘yargı kararlarıyla kesinleşmedikçe’ milletvekilliği faaliyetlerine devam etmeleri şeklinde ifade ettiği görüşü de, tutuklu gazetecilerle ilgili yorumları da, BM’nin kimyasal silahlarla ilgili Suriye kararına hükûmetten farklı olarak verdiği tepki de daha ‘global’ bakışın yansımalarıydı...
Gül bunları bilerek konuşmaya devam ediyor... Çünkü kamuoyunun ve karar merkezlerinin bilmesi gereken bir ‘siyaset etme farkı’nın altını çiziyor... Son ABD ziyaretindeki konuşmalarını incelediğinizde ‘kimseyi ürkütmemeye özenli’ ve bu yönüyle ‘hizmete devama hazır’ bir görüntüyü pekiştirme gayretini görebilirsiniz...
Giriş paragrafına aldığım ‘ben’ler söz konusu açılış konuşmasının başlangıç bölümündeydi... Ama orayla sınırlı kalmadı ve demokrasi bahsinde tekrar devam etti: “Kürt sorununun da yine demokrasi içerisinde çözülebileceğini hep savundum... Tüm reform çalışmalarına ya öncülük ettim, ya da bu gayretleri destekledim... Daima inandım... Her zaman ifade ettim... En şerefli vazife olarak gördüm... İnandım... Anadolu’yu ziyaretlerimde bizzat şahit oldum... Kanaatindeyim...”
Bunlar konuşmanın orta bölümündeki cümle sonlarıydı... Final bölümü de farklı olmadı: “Kazanımlardan gurur duyuyorum... Şüphem yoktur... Yerine getirmeye çalıştım... Bildiklerimi söyledim... Hatırlattım... Yapmaya gayret ettim... Rehberim, anayasamız, inançların ve vicdanım oldu...”
Gül’ün önceki konuşmaları, hatta önceki Cumhurbaşkanlarının açılış konuşmalarında pek rastlanmayan bu üslup tuhaftı doğrusu... Elbette görev süresi içindeki son açılış konuşması olduğu için de böyle bir tarzı tercih ettiği yorumları yapılabilir... Ama Tayyip Erdoğan’ı kızdırdığı ve ürküttüğü iç ve dış odaklara ‘müsekkin’etkisi yapma amaçlı konuşmaları ve dengeleri kollayan ‘göz kırpıcı’tavrı bir arada düşünüldüğünde, yukarıda sözünü ettiğimiz ‘fark’daha da belirginleşiyor...
‘Ben’lerin artan varlığı, ‘biz’li, ‘Kardeşim Abdullah Gül’lü dönemin galiba artık geride kaldığını göstermeye yarıyor... Konuşmasının sonunda ‘aynı anlayış ve şuurla milletimizin hizmeti’nde olmaya devam edeceğini belirten Gül’ün bu ‘dil’i siyasette sıcak günlerin yaklaşmakta olduğunu gösteriyor...
Bu âlem birden fazla ‘ben’e dar gelir!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi