Anıtı dikilenler ve taşı bile olmayanlar
Andrea Wolf’ü önce ‘sosyolog’diye yutturmaya kalkışmışlardı, Pınar Selek’te olduğu gibi... Wolf sözde, PKK’yla ilgili kitap çalışması için Türkiye’ye gelmişti... Oysa 1965 Münih doğumlu bu kadın, Kızıl Ordu üyesiydi, 1993’te Weiterstadt hapishanesini bombalama eyleminden dolayı Almanya’da aranıyordu... Kuzey Irak’a geçti, PKK’lı oldu ve ‘Ronahi’ kod adını aldı... Bunu ilân eden isim ise 23 Kasım 1996 tarihinde Abdullah Öcalan’dı...
23 Ekim 1998’de Van’ın Çatak ilçesi kırsalında güvenlik kuvvetleriyle PKK’lılar arasında çatışma çıktı... Çatışmada 28 (PKK’nın iddiasına göre 40) militan öldürüldü... Ölenler arasında ‘sosyolog’ Andrea Wolf de vardı...
Geçtiğimiz Eylül ayı içinde Çatak’ın Andiçen köyü kırsalında seriye bağlanmış mezarlıklardan birisi daha açıldı... Mezarlığın adı ‘Ronahi Şehitliği’... Mezarlığa granit kaplama dev bir anıt dikilmiş... Açılışta PKK’lı teröristler de ‘protokol’deki yerlerini alıyor ve onların adına birisi konuşma yapıyor... Türkiye Cumhuriyeti’ne tehdit üzerine tehdit savruluyor...
Bu mezarlıklar hem siyasî simge, hem de egemenlik havasını pekiştirmeye yarayan mühürler... Yeryüzünde bölücü terörle mücadele edip, böyle zillete göz yuman başkaca bir tek devlet var mı acaba? Sayıları ona ulaşmış olan bu PKK mezarlıklarına devlet gidip göz bile atamıyor... Sanılıyordu ki, o mezarlık alanında evvelce öldürülmüş ama yerleri örgütçe bilinen teröristler toplanıyor... Hayır, durum bununla sınırlı değil... Artık ailesi eşliğinde normal mezarlıklara gömülmüş teröristlerin cesetleri de bu tür mezarlıklara naklediliyor... Açıkçası bugünkü ve gelecek kuşakları etkilemeye yönelik büyük simgeler inşa ediliyor, ‘paketçiler’in bön bakışları arasında...
Ne dramatik bir durum değil mi? Sadece Beytüşşebap’ta şehit edilen korucu sayısı 114... Bunların 40’tan fazlasının doğru dürüst kabri bile yok... Ne başlarına bir mermer dikilmiş, ne de etrafına duvar örülmüş... Zeminden bir karış yükseklikte toprak yığını ve baş taraflarına çakılmış tahtalar olmasa mezar oldukları bile anlaşılmayacak...
Sınırlarımız içinde teröristlerin adlarına heybetli anıtlar dikilecek, her türlü ‘işbirlikçi, satılmış, hain’suçlamalarına inatla bu vatanı ölümüne savunan kimi korucular, âdeta kimsesizler mezarlığına düşecek!.. Bu korkunç çelişkinin o korucu ailelerinde oluşturacağı travma, çocuklarında yol açacağı eziklik, yenilmişlik ve sahipsizlik duygusu kimin umurunda ve nasıl aşılabilir acaba?
Tipik bir PKK propagandasıydı “T.C. kullanır, atar” diye... Korucuları hep bu propagandayla sıkıştırıyor, ‘örgütün yanında yer almaları, faşist T.C.’nin silahını bırakarak, devrimci güçlerle birleşmeleri’ni dayatıyor ve devletin bu yumuşak karnından istifade ederek ‘genel af’ bile ilân edebiliyordu...
Terhisi, tezkeresi, tayini olmayan ve kendileri ve aileleri adına kuşaklar boyu sürecek maddî ve manevî riski üzerlerine alan korucular, zaten açılım süreciyle büyük bir şaşkınlığa sürüklendiler... Toprak bütünlüğünü muhafaza uğruna mücadele verdikleri bir devletin utancı olması gereken peş peşe anıt-mezarlar yükseliyor şimdi burunlarının dibinde... Onlar ise olayları anlamlandırmaya, çözmeye çalışıyorlar ama işin içinden çıkamıyorlar...
Bir çoğu yaylalarına bile çıkamayan korucu ailelerine, “Biz yenildik” anlamına gelecek bu gelişmeleri kim nasıl anlatabilecek? Yeryüzünde hangi devlet, hangi rejim, hangi iktidar kendi evlatlarının kahramanlıklarını nesilden nesile aktarmaya yarayacak anıtları ilgili ilçelere dikmez de, onların mücadele ettikleri teröristlerin ‘siyasî meydan okuyuş’un simgesi hâline gelen anıt-mezarlarına göz yumar?
Haydi anlatabilen anlatsın bir korucubaşına, katledilmiş ana-babasının veya torunlarının adlî hesabı ortada dururken, beyinlerine paslı çivi gibi çakılan terörist mezarlıklarının dokunulmazlığını... Ve ardından zihnine doluşan ‘aldatılmışlık’ duygusuna çareyi...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi