‘Dar’dayım!
‘Dar bölge’ tartışmalarının AKP’ye karşı ‘peşin mağlûbiyet’ havası yaydığının farkında mısınız? İddialara göre seçim sistemi değişirse, bundan AKP kârlı çıkarken, CHP kısmen, MHP ise büyük ölçüde kan kaybına uğruyor...
2011 genel seçimleri baz alınıyor ve oradaki rakamlara göre hangi partinin kaç milletvekili çıkaracağı hesaplanıyor... Bu durumda AKP anayasayı Meclis’te tek başına değiştirebilecek güce ulaşıyor...
İlginçtir, kimsenin aklına şu soruları sormak gelmiyor: “Biz neden 2011 sonuçlarına göre hesap yapıyoruz? Hani iktidar partisinin oylarında düşme vardı? Eğer gerçekten düşüş varsa, neden eski oranlara göre efkârlanıp, endişe üretiyoruz? Bu kendimizle çelişki veya ‘sürekli yenilgi’nin şuuraltımızda ‘kabullenilmişlik’ oluşturduğunun bir şekilde itirafı değil mi?”
Sorgulamaya çalıştığım, bu sistemin teknik tarafları değil... Sadece kendilerini siyasî iktidar karşısında konumlandıranların bu konudaki itirazlarını anlamlandırmak ve özgüven açısından düştükleri zaafa ışık
tutmak...
AKP’nin 11 yıldır iktidarda olması, sadece kendi başarıları değil, bir muhalefet başarısıdır aynı zamanda!.. Eğer bu parti, Demokrat Parti’nin rekorunu kırmış, üstelik bunu her seçim oylarını yükselterek yapmışsa, bu ‘takım oyunu’nda başarıyı tek başına AKP hânesine yazmak, muhalefete haksızlık olacaktır şüphesiz!.. Türkiye’de uzun zamandır cevabı bilindiği için “Seçimleri kim kazanır?” sorusu sorulmuyorsa, bu sorunun yerini ‘iktidar partisinin yüzde kaç alacağı’ doldurmuşsa ortada ciddi bir arıza var demektir...
Son 11 yılın nasıl ‘yüzyıla denk’ olduğunu gördük... Bir 11 yıl daha aynı iradenin elinde geçtiğini düşünelim, yüzyılımızın ilk çeyreğinin sonunda nasıl bir Türkiye olabileceğini tahmin etme cesareti gösterebilen var mı? Pazar günü yayımlanan ‘Olmadı, olmuyor, olmayacak’ başlıklı yazımda, “Hangi paketi açıklarsanız açıklayın bunları memnun edemeyeceksiniz” derken sözlerimi şöyle sürdürmüştüm: “İsterseniz kaldırdığınız ‘andımız’ın yerine ‘gerilla marşı’na izin verin...” Çok geçmedi, dün haber geldi Şırnak’tan... Tek taraflı da olsa adım atılmıştı bile... Geçtiğimiz yıl öldürülen bir terörist için BDP’lilerin düzenlediği anma töreninde ilkokul çağındaki çocuklara ‘Ey reqip’ marşı söyletildi...
Bunlar 11 yıl sonra alıştırılmak istendiğimiz görüntüler... Buradan projeksiyonla, aynı çizginin sürmesi hâlinde ülkenin 11 yıl sonrasını tasvir edebilen var mı? Eğer değişiklik gökten meteor taşı düşmesi marifetiyle değil de, muhalefetin yükselmesi ve demokratik yoldan iktidarın el değiştirmesiyle olacaksa neden ‘tescilli başarısızlığın sebepleri’ne değil de, ona nispetle daha az önem taşıyan ‘seçim sistemi’ tartışmasına odaklanalım?
2011’i baz almak ‘böyle gelmiş, böyle gider’i örtülü biçimde kabullenmek demektir... Eğer siyasî tabloda, ülkenin yaşadığı bu büyük travmalara rağmen bir değişiklik olmadıysa, konuşulması gereken, muhalefetin performansı, inandırıcılık problemi, rakibine Türkiye demokrasi tarihi rekorunu kırdıran, bu gidişle dünya rekorunu da kırdıracak olan siyasî başarısıdır!..
‘Dar bölge’nin ‘temsilde adalet’te sıkıntı doğuracağı kesin olmakla birlikte, ülke geneli oy oranları nispeten düşük parti liderlerinin özellikle büyük şehirlerde ‘tabansız’ ve ‘kontenjan’ türü adayları zahmetsiz ve beleş biçimde Meclis’e gönderme yolunu tıkayacaktır... Daha pek çok artısı ve eksisi söz konusudur... Ama konumuz ‘dar bölge’ değil, bu tartışmanın içine sıkışmış ‘peşin mağlûbiyet’ endişesi... Gerçek anlamda kötü olan da bu...
2011 sonuçlarını bugün de geçerliliğini koruyan ‘mutlak doğru’ gibi kabul edip, hesabı buna göre yapmak başka neyin itirafıdır? Ve seçimin ‘dar’ veya ‘geniş’ bölgeli olması üç-beş koltuk dışında neyi değiştirir?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi