Adaleti kim kemiriyor?
Koalisyon dönemlerini hatırlayalım... Seçimler yapılır, Cumhurbaşkanı en yüksek oy alan partinin genel başkanını görevlendirir, koalisyon görüşmeleri başlardı... Âdeta kuraldı, ilk önce bakanlıklar kadar, hangi kamu bankasının hangi partiye düşeceğinin pazarlığı yapılırdı: Vakıfbank size, Ziraat ve Halkbank bize, Emlakbank küçük ortağa!.. Bankalar ‘hakça paylaşım’ın ilk halkasıydı!..
Bu memleket yönetme sevdası ‘banka severlik’le sınırlı değildi... Yüksek bütçeli bakanlıklar ve genel müdürlükler de ‘hizmet aşkı’na göre paylaşılırdı!.. Doğaldır ki, ‘yatırımcı bakanlık’lara olan taleple, topu topu ‘kırmızı plaka’dan ibaret bakanlıklara talep aynı düzeyde olamazdı...
Sonra koalisyonu oluşturan farklı partilerin yerini aynı parti içindeki ekol, meşrep ve eğilimler aldı; içerik değişse de yönetim tarzı yine ‘koalisyon’dan ibaretti... Bakanlıklar, genel müdürlükler, üst kurullar, üniversiteler, ele geçirenin kendisine ve ait oldukları ekole çalışmaya başladı... Adalet duygusu, grup taassubunun altında ezildi... ‘Yetim hakkı’nın esamisi, sınırları kendilerince çizilmiş ‘helâl-haram’ kavramları yanında okunmaz oldu... ‘Vakfa bağış’, ‘öğrenciye yurt’, ‘yaşatılması gereken televizyon veya gazeteye yardım’ vs. denilince akan sular durdu, helâl-haram tartışması gereksiz hâle geldi!.. Yüzde onluk bağış her şeyi örtebiliyor, hırstan kararan kalpleri aklaştırabiliyordu!.. Hortum değişmiyor, hortumlayan değişiyordu sadece...
A kurumuna eleman alınacak ama mülâkatın aşılması gerekiyor... Objektif kriter aramak resmen vakit kaybı... İlk yapmanız gereken, o kurumun başındakilerin hangi ekol veya meşrepten olduğunu öğrenmek, ondan sonra da irtibat kurmaya, irtibatı olanları bulmaya çalışmak!.. Sadece kadro dağıtımında değil, ihale düzeninde de durum farksız... Böyle bir referans yöntemine insanları mecbur etmek ‘adalet’ öyle mi? Kimse bu yöntemin, mahalleleri, okulları, ibadethaneleri, hayat tarzları birbirinden bağımsızlaşan, gittikçe güçlenen ama güçlendikçe diğer toplumsal katmanlarla araları açılan ‘dukalık’lar meydana getirdiğini, bunun bir arada yaşama irademize ve birliğimize verdiği tahribatı sorgulamayacak mı?
Daha bir hafta önce... Bir rektörümüzün üniversitesindeki Hukuk Fakültesi’ne öğretim görevlisi alınacak... Sınava bir kişi girebiliyor!.. Tesadüf bu ya o da rektörün kızı!.. Sınavın sonucunu sormak zaten abes!.. Bingöl Üniversitesi’ne rektörle aynı soy ismi taşıyan beş akademisyenin alınmış olmasını ‘ehliyet ve liyakat’le açıklayabilen varsa çıksın!.. Aldırdığı çok lüks makam arabasını eleştirenlere “Başkalarında var da bende neden olmasın, ben Zenci miyim, en lüksünü alacağım” diyen bir başka ‘dini bütün’ rektör, rekabetin hangi alana kaydığını göstermiş olmuyor mu?
Rengi değişen ama boyutları değişmeyen adaletsizliğe karşı aslında şu soruyu sormak gerekiyor: Geçmişte yapılan adaletsizlikler, ‘telafi’ gerekçesine sığınarak da olsa, bugün adaletsizlik yapmayı ve kendinizden olanı kayırmayı dinen meşru hâle getirir mi? Cevap elbette hayır!.. Ama kime anlatacaksınız bunu? Tek kontenjana oğlunu kızını sıkıştırana mı, gelinini yönetim kurulu üyesi atayana mı, hizmet aşkıyla yandığı için parayı kendi tekelinde toplaması gerektiğine inana mı, yabancı dil bilmeyen yandaşı yurt dışına temsil görevine gönderene mi, doktor olmayanı başhekim atayana mı, liyakati grupçuluğun ve hizipçiliğin altında acımasızca ezdirene mi? Sahi kime anlatacaksınız bu yolun yol olmadığını ve bir gün pişman olduklarında helâlleşecek muhatap bulamayacaklarını?
Öyle bir düzen ki bu, aidiyet hissedilen camia ve grubun menfaati, millet ve devlet menfaatinin çok çok önüne geçmiş durumda... Kurumlar ve makamlar, diğer insanlara, camialara ve gruplara karşı âdeta bir ‘mevzi’ gibi kullanılıyor... Kamu atlasının üzerinden ‘mübarek kadastro’ geçmiş, ne yaparsanız mübah!.. Hak etmedikleri hâlde bir inanç sistemini temsil etmeye yeltenenler, ‘örnek’ olmak yerine, adalet terazisini hurdaya çıkarmaktan utanmıyorlar... Gözleri bürüyen hırs, ‘adalet’i değil, taassubu önceleyerek toplumda zaten var olan gerilimi yükseltmeye yarıyor...
Dün öncelikle kamu bankalarını paylaşan akılla, bugün eline geçirdiği makam ve kurumları ‘özel’e çalıştıran akıl arasında fazlaca bir fark yok... Önceki de ‘görev zararı’na sebep oluyordu, bu da... Önceki de ‘kamu yararı’nı kemiriyordu, bu da... Devir, ‘harp devri’ olduğu için ‘kamusal süne zararlıları’yla ‘kemirgenler’’sınırlı sorumlu’ biçimde kendi parsellerinin içini boşaltıyorlar, ülkeden ‘adalet’i boşalttıkları gibi...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi