Tarihin en önemli mahallî seçimleri
Önümüzdeki mahallî seçimler asla sadece mahallî seçimler olmayacak!.. İktidar partisi için mevcut politikaları sürdürme anlamında ‘güvenoyu’ niteliği taşırken, muhalefet partileri adına gelecekle ilgili ‘ümitlenme’ fırsatı doğurabilecek... Bu seçimlerden çıkan sonuçlar, Türkiye’nin kritik süreçte yaşayacağı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinı ve ardından yapılacak genel seçimleri fazlasıyla etkileyecek!.. Tıpkı 2011 referandumunun, bir sonraki genel seçimleri etkilemesi ve mevcut iktidarın gücünü pekiştirmesi gibi...
Siyasî iktidarı hizaya çekebilecek, daha doğrusu çekmesi gereken en büyük güç, halk... Halkın eğilimlerini el yordamıyla gözlemlediğimizde de, kimi kamuoyu anket firmalarının elimize geçen ham sonuçlarına baktığımızda da çok büyük dalgalanmalar göremiyoruz... Yani bizlere ve muhalefet partilerine olumsuz görünen uygulamaların, halkta tercih değişikliğine yetecek derecede bir tepki oluşturmadığı anlaşılıyor... Bunu ister halkın ‘algı yetersizliği’ne, ister iktidarın propaganda başarısına ve ikna gücüne, ister muhalefetin yetersizliğine veya inandırıcılıktan uzaklığına bağlayalım, durum bu...
Bu sadece belediye seçimleri olsaydı, seçmen büyük gürültülerle açıklanan Kanal İstanbul’u, Ankara’da Ulus’tan neredeyse havaalanına kayıkla gidilecek projeleri sorabilirdi belki!.. Biliyoruz ki, bu seçim kanalizasyon, alt yapı, park-bahçe, kaldırım, metro seçimi filan değil... Bu seçim hükûmet adına tam referandum... Alacakları sonuçla, ülkenin geleceğini hoyratça tekelde biçmeye devam edebilecekleri bir seçim... Dolayısıyla çok büyük bir medya desteğiyle, profesyonel tekniklerle çalışılıyor... Karşısında özgüvenini kaybetmiş, ülkedeki genel veya yerel iktidarları yakalamaktan önce, parti içlerindeki kendi küçük iktidarlarını korumaya şartlanmış muhalifler karşısında zaten hamle avantajına fazlasıyla sahipler... Kimi muhalif yapıların ‘fazla oy alıp, yapı içinde başımıza bela olmasın ’şeklindeki vazgeçilmez bir prensipten hareketle aday tespiti yaptığı bu dönemde elbette iktidar partisinin eli biraz daha rahatlıyor...
Oysa ‘ihanet’ olarak gördüğümüz ‘açılım projesi’ nin durdurulması veya gözden geçirilmeye zorlanması ancak iktidar partisine sandıklarda vurulacak ‘demokratik darbe’yle mümkün... PKK’nın müstakil toprak parçasıymış gibi ‘şehitlikler’ açtığı, silahlı birimlerinin dokunulmazlığa kavuştuğu, Türk devletini yönetenlerin tehdit ve fırça yemekten bıkmadığı utanç günlerinden geçiyoruz... Bu sürecin meşrûiyet kazanmasının en büyük dayanağı mevcut iktidar... Bu iktidar sekteye uğramadıkça yaptıklarının doğruluğuna, halkın çoğunluğunun bu sürece onay verdiğine hükmedecek ve adımlarını daha da sıklaştıracak...
Şimdi bile ‘Çözüme halk desteğinin yüzde 50’lerden yüzde 70’lere çıktığını’ hemen her akşam televizyonlarda iktidar temsilcilerinin ağızlarından duymuyor muyuz? Şayet önümüzdeki seçimlerde yüzde 50’nin üzerinde bir oy oranı sandıklardan çıkarsa, iktidar partisi bunu nasıl pazarlayacağını iyi bilecek ve ‘durmak yok, yola devam’ aldıklarını vurgulayacaktır... Elbette bu durumda muhaliflerin her dönem revaçta olan retoriği devreye girecek ve iktidar partilerinin devlet avantajlarını kullandığı, vali ve kaymakamların iktidar partisi lehine partizanlık yaptığı vs. görüşleri dillendirilecektir... Ama bu durum ülkemiz adına hiçbir şeyi değiştirmeyecektir...
İnsan düşünmeden edemiyor, kürsülerde, basın toplantılarında ‘görev icabı’ başarı perspektifi çizen ve kitlesini heyecanlandırmaya çalışan muhalif liderler, acaba başarıya gerçekten inanıp, muhtemel zafer için şimdiden bir ‘balkon konuşması’ hazırlıyor olabilirler mi? Eğer ‘başarı’ bir hayal değil, el uzatımlık mesafedeki bir hedefse ve buna gerçekten inanılıyorsa böyle bir konuşmayı akıl etmiş olmalılar değil mi? Yıllardır kitlelerini başkalarının balkon konuşmalarına katlanmak zorunda bırakanlar şimdi böyle bir hazırlık içinde olabilirler mi gerçekten?
‘Söz susunca nelerin konuşacağını iyi bilirsin?’ tehdidini pişkince göğüsleyip, sürecin hatırına her şeye katlananlar, ülkeyi onbir yılda nereye taşıdılar? Asker ve polis ülkenin doğusunda belediye zabıtasından daha etkisiz... Taş atılırsa yapması gereken kenara çekilmek, molotof atılırsa yanmadan kendini kurtarıp mümkünse hastaneye yetişmek, PKK’nın paçavralarıyla süslü ‘taziye çadırları’na uzaktan bakmak, suçluya operasyon yapmamak, çalıyı dolaşmak, kısacası görmemek, bilmemek, duymamak... Yıllar önce Madrit’te toplanan ‘sürgünde parlamento’ için dünyayı ayağa kaldıran Türkiye’den, ilçelerinde ve illerinde resmen adlandırılmamış olsa da fiilen var olan ‘yerel parlamentolar’ın olduğu Türkiye’ye geçtik...
Buna arkasında ‘halk desteği’ olan bir iktidar yol veriyor... Halka yönelik ‘analar artık ağlamıyor, kan akmıyor’ nakaratlarıyla bezenmiş kirli siyaset bugüne kadar sonuç aldı... Şimdi bu sonucun ‘gerçek’ olup olmadığı sandıkta ortaya çıkacak... Çünkü bu seçim, sözde ’barış süreci’nden sonraki ilk seçim... Dolayısıyla oylanacak olan sadece yerel hizmetlerin bilançosu veya vaatler değil, ondan çok daha ciddi oranda iktidarın genel politikaları olacaktır...
Eğer bu seçimlerden iktidar partisi gücünü koruyarak çıkarsa, 2015 genel seçimleri için farklı tahminde bulunulması daha da zorlaşacaktır... Aynı oranların sürdüğünü düşünürsek, bu anlayışın 2019’a kadar iktidarda kalması garanti demektir... İlk on yıl içinde kendilerini engelleyebilecek bir yığın faktör söz konusuyken bile bu kadar yol alan ve ülkeyi alacakaranlık kuşağına sokan bir iktidarın, artık kılıcının her tarafı keserken 2019’a nasıl bir Türkiye devredeceğini tahmin etmek bile ürkütüyor insanı...
‘Ha bu seçim, ha öbür seçim’ derken, ‘21. Asır Türk asrı olacaktır’ hülyalarını kuran Türkiye, o müjdeli asrın neredeyse ilk çeyreğini kaybediyor... Tek çözüm, iktidarın arkasındaki ‘halk desteği’ ni sekteye uğratmak... Bu noktada çözüm üretmek, güven sağlamak ve ikna etmek muhalefetin görevi... Tam da problem burada başlıyor: Bu durum kimin ne kadar umurunda veya ne kadar önceliğinde?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi