
Birisi devleti tutsun, gerisi kolay!
Başbakan zihnindeki millet kavramına nihayet bir açıklık getirdi... Meğer milletten kastettiği ‘millet-i İbrahim’miş!.. Van’da yaptığı konuşmada şu müthiş ‘sosyolojik’ tespitte bulundu: “Kardeşim sen illa ‘Türk milleti’ diye dayatırsan, öbürü ‘hayır Kürt milleti’, öbürü çıkar ‘hayır Laz milleti’, öbürü ‘Boşnak milleti’ der. Niye bunu böyle diyorsun? Diyor ki, ‘Türk milleti hepsini kapsar. Hayır, ‘Türk milleti’ hepsini kavramaz. Millet hepsini kavrar. Çünkü millet kavramının içinde Türk’ü de var, Laz’ı da var, Çerkez’i de var, şu da var, bu da var. Millet kavramını incelerseniz, millet-i İbrahim’e dayanır, işin bir de bu tarafı var...”
Demek ki bizlerin millet sandığı ‘Türk’, millet filan değil, bir kısmı Anadolu’da yaşayan ‘canlı türleri’nden birisiymiş!.. ‘Hüdayi nabit’ cinsinden bir şey herhalde!.. Travma yaşamayalım diye on yıla yayılmış biçimde alıştıra alıştıra nihayet söyleniyor bu ‘gerçek’ yüzümüze!.. Suat Başaran iyi yakalamış, eğer çocukluğumuzda öğretilen ‘millet-i İbrahim’de kastedilen ‘soy’olsaydı, Hz. İbrahim değil, Hz. Adem olurdu diye... Anlamalıymışız ki, hatıra ormanında ‘şu da var, bu da var’ şeklinde sayılan bitkilerden birisi muamelesiyle karşı karşıyayız...
Bir ülkede kelimeler ve kavramlar ancak bu kadar eğip bükülebilir, doğrularla yanlışlar ancak bu kadar iç içe sokulabilirdi... Adam suç üstü yakalanıyor ama öyle bir bağırıyor ki ‘İspatlayamayan şerefsizdir’ diye, sesteki desibele bakıp, acaba haksızlık mı ettik diye kendinizden şüpheleniyorsunuz!.. Kısa süre sonra ‘halvet’belgelenince, yine en gür ve en ‘haklı’ seda ondan çıkıyor: “Biz görüşmedik, devlet görüştü!..”
Sen de ondan sonra yırtın dur, “Kötü bir şey oldu mu devlet yapar, ama duble yolları siyasî iktidar yapar!.. Ne güzel değil mi? Millet kesesinden yapılan ve propagandaya yarayan artılar hükûmetin marifeti, eksiler ise devletin kusuru!.. Aslında fena bir ‘işletme’ sistemi değil... Niye akıllarına gelmiyor acaba, doğal gaza ve benzine yapılan zamların da hükûmetle ilgisinin olmadığını, faillerin en kısa zamanda yakalanacağını, bunu yapsa yapsa devletin yapmış olabileceğini açıklamak!.. Zaten, PKK’yla masaya oturanlar maaşlarını Bolivya devletinden, talimatları da Madagaskar hükûmetinden aldıkları için olup biten hiçbir şey Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini de, o hükûmeti oluşturan siyasî partiyi de bağlamaz!” diye... Yine Başbakan çıkar 24 Ağustos 2010’daki gibi der ki, “Burada bir şeyi birbirine karıştırmayalım. Biz siyasî iradeyiz, siyasî iktidarız. Biz siyasî iktidar olarak, hükümet olarak hiçbir zaman bir terör örgütüyle veya temsilcileriyle masaya oturup görüşme yapmayız. Böyle bir şeyimiz bizim asla olmamıştır, yoktur, olamaz da. Şu veya bu şekilde çeşitli kurumlarıyla bu tür bazı münasebetler gerekirse devlet onu kendisi yapar. Burada bunu birbirine karıştırmamak gerekir...”
Sakın yanlış anlaşılmasın, ‘sultanlara lâyık’, çağlarüstü, kıtalar birleştirici, medeniyet zıplattırıcı Marmaray’ı devlet yapmadı, siyasî iktidar yaptı!.. Proje bedeli devlet kesesinden değil, ‘düğün çıkınları’ndan ve ‘hazine-i hassa’dan geldi!.. Projeyi Başbakan çizdi, tüneli Hüseyin Çelik deldi, rayları Ulaştırma Bakanı bizzat elleriyle döşedi, vagonların cıvatalarını Bekir Bozdağ sıktı, sinyalizasyon sistemi Bülent Arınç tarafından hediye edildi!.. Eh millet-i İbrahim’den olmasalar da Japonlara açılışta kurban kesmek ve duaya eşlik etmek kaldı!..
Kavramların başı döndü son on yılda... Maskeli balodaki gibi dışı başka içi başka hâle geldiler... Konjonktüre ve pozisyona göre şekil ve içerik değiştiriyorlar... Millet-i İbrahim gibi bir Kur’anî kavram istismar ediliyor... O zaman sorarlar adama bu kavrama göre dizayn olunacaksa, o milletin devletinin adı ne, bayrağı ne, başkenti neresi? Türkiye’yse neden Türkiye, Türk bayrağıysa neden Türk bayrağı, Ankara’ysa neden Ankara, resmî dili neden Türkçe? Buyurun, değiştirmeye buradan başlayın!.. Öyle zamana filan yaymadan, hızlı tren gibi olsun mümkünse!..
Yolda sıkıntı çıkarsa “Biz yapmadık, devlet yaptı’ dersiniz, milleti-i İbrahim’in devleti!.. Nasıl olsa bu tip durumlarda şamarlanmaya alıştırılımış ‘olağan şüpheli’ bir devlet var!.. ‘Sanık ayağa kalk’dersiniz kalkar... Aksi halde, başarı sizin olur, Türk’ün ancak bir cüz olabildiği millet ve devletin ‘şeref nişanı’nı iliştirirsiniz!..
‘Türk milleti’hepsini kavramaz. ‘millet’ kavrarmış öyle mi? Madem Türk milleti ifadesi, Anadolu’da var olan ve yüzyıllardırkardeş muamelesi gören mezkûr etnik yapıları kavramaz, o hâlde neden onlardan Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar, Paşalar çıkardı? Aptal mıydı bu millet ki, ‘kendisinden olmayan’ı, kendi adını taşıyan devletin tepelerine seçmekten gocunmadı? Bu ülke bağımsız bir ülke olduğuna ve seçilenler de ‘genel vali’ veya ‘işgal komiseri’ statüsünde olmadığına göre bu kafa karışıklığı neyin nesi?
Van’da ‘Aydınlıktan gözleri kamaşan bir lobi var, daha güzel günler geliyor, yasal düzenlemeler Meclis’ten geçecek’diyen Başbakan, bakalım şapkadan başka neler çıkaracak? ‘Sanık devlet’ kendi kalemize gol atmasın yeter!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi