Liderlerin başarısızlık çıtaları neden yok?
Seçimlerin bir öncesi vardır, bir de sonrası... İrili ufaklı bir yığın parti koca koca lâflarla girerler seçimlere... Öyle iddialı konuşurlar ki, sanırsınız bu hedefi tutturamazlarsa bir daha sokağa çıkacak yüz bulamazlar... Oysa öyle olmaz, hezimetin derecesine göre bir kaç günlük ‘istirahat’ten sonra ‘millete hizmet’e devam için yeniden çıkarlar piyasaya...
Bizde başarı liderindir de başarısızlığın sahibi pek yoktur... Şayet ortada bir ‘zafer’varsa, ya da ‘zafer’diye yutturulabilecek bir durum söz konusuysa değmeyin lider ve etrafındakilerin keyfine... Ama tabana kastırılabilecek bir zafer yoksa ortalıkta, mağlubiyet cami avlusuna bırakılır, kimse sorumluluk üstlenmez...
Zaten istifa müessesesi bir ‘erdem’gibi değil, ‘enayilik’le eşdeğer görüldüğü için kutsal palavralar uydurulur, ‘nöbet yerini terk etmemek, kaleyi kaptırmamak’gibi... Bu maraz, herhangi bir partiye veya örgüte has bir durum değil, genelin rahatsızlığı maalesef... Sosyal gerçekle, matematikle, bilimle izah edemediğiniz durumu ancak böyle ‘mistik’siyasetle kurtarabilirsiniz!..
Bu bir gelenek işi... Batı’da oyları yüzde 1 bile düşünce görevini bırakan siyasetçiler var... Hatta oylarını bir önceki seçime göre yükselttiği hâlde seçimlerden birinci parti çıkamadıkları için kendisini başarısız görüp, partinin önünü açanlar, istifa edenler var... Ya Türkiye’de?
Seçimler yaklaşıyor... Yaklaştıkça da iddialı demeçler biri birini takip ediyor... Çıtalar yükseliyor... Tabanları gazlamak için çoğunlukla kendilerinin bile inanmadığı hedefler belirleniyor... Bu aynı zamanda ‘propaganda savaşı’ ve bir yere kadar da anlaşılabilir... Sorgulanması gereken şu: Bizde partiler ve onların genel başkanları neden kabul edecekleri bir ‘başarısızlık çıtası’ ilân etmezler? Neden bizde herhangi bir genel başkan “Partimize ve projelerimize o kadar güveniyorum ki, (x) oranın altında kalmamız durumunda görevi bırakacağım. Şu oranın altını partim ve kendi adıma başarısızlık kabul ederim” diyemiyor... Hem böyle bir taahhüt altına girseler, seçmen nezdindeki inandırıcılık oranları artacak hem de kendilerine ne kadar güvendikleri ortaya çıkmış olacak... Var mı buna cesaret edebilen?
AKP’nin genel başkanı ve yönetimi seçimlerde yüzde kaç alırsa, bunu ‘başarısızlık’olarak kabul eder ve tabana karşı sorumluluğun gereğini yapar? Aynı durum CHP, MHP ve diğerleri için de geçerli... Evet, kendilerini ‘başarısız’ sayacakları ve emaneti iade edecekleri baraj nedir? Belki de en kötüsü, bırakın halka duyurmayı, kendi içlerinde belirledikleri bir ‘dip’var mı acaba?
Keşke Türk siyasetinde böyle bir gelenek hayata geçse... Başarıyı ‘taç’ yapıp gezen anlayış, başarısızlık karşısında da bedel ödese... Üstelik bunu kendi elleriyle gerçekleştirse... Ama göreceksiniz yine klasik mazeretler sıralanacak arka arkaya... Bir-iki günlük suskunluktan sonra eski düzenler yine sürdürülecek... Başarısızlıklar yine ‘yetim’kalacak... Kurmaylar gaz verecek, “Efendim, halk sizi çok seviyor ama teşkilatlar iyi çalışmadı” şeklinde... Ya da ‘kömür’e ‘sahte seçmen’e abanılacak... Veya söz gelimi yüzde yarım oy artarsa, bu artış ‘iktidar yürüyüşü’nün hızlandığına delil sayılacak!.. O olmazsa halk aşağılanacak, fikirlerinin cahil halkın eğilimlerinden daha önemli olduğu vurgulanacak... Siyasî partiyi ülkeye ve millete hizmet yolunda bir ‘araç’ değil, doğrudan bir ‘amaç’ gibi gören ‘fetişçi’kafalar objektif değerlendirmelerin önüne geçecekler...
Aksini düşünenler buyursunlar bir ‘tarih’yazsınlar ve kendileri için ‘başarısızlık’çıtası belirleyip ilan etsinler...
Böylelikle seçmen de bilsin, o parti ve genel başkanların iddialarının arkasında ne kadar büyük bir inanç ve kuvvetle durduklarını... Türk siyasetinde başarısızlığın bir bedeli olmayacaksa, başarısızlık demagojik oyunlarla sürekli ‘başarı’ya tahvil edilecekse, siyasetteki bu kalitesizliğin, halktaki siyasete karşı soğukluğun ve siyasetçiye beslenen itibarsızlığın önüne nasıl geçilecek?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi