‘Ben ne derim, tamburam ne çalar?’
Sezai Karakoç Diyarbakırlı ya... Hazır Diyarbakır’a gelmiş, gözyaşları içinde misafirleri ağırlarken, Sezai Karakoç’un günün anlam ve önemine uygun sözlerini dillendirmezsek olmazdı: “Diyarbakır sadece Türklerin değildir, Diyarbakır sadece Kürtlerin değildir, Diyarbakır sadece Arapların değildir, tıpkı Erbil gibi Diyarbakır hepimizindir...”
Başbakan Erdoğan, “Diyarbakırlı büyük şair Sezai Karakoç diyor ki” şeklinde başladı ve yukarıdaki satırları nakletti... Sezai Karakoç bizlerin tasdikine ihtiyacı olmayan gerçekten büyük şair ve mütefekkir... Aynı zamanda minnetsiz bir kişilik... Bu hükûmetin ve Cumhurbaşkanlığının zaman zaman verdiği ödülleri reddetmiş bir dâvâ adamı... Kültür Bakanlığı özel ödülüne ve iki yıl önceki Cumhurbaşkanlığı edebiyat ödülüne verdiği tepkiler ilgili kamuoyunca biliniyor...
Başbakan, sözlerini dillendirdiği o Diyarbakır ‘kumpanya’ sına kendisini davet etmiş olsaydı muhtemelen tumturaklı bir cevap alırdı... ‘Kadrolu ağlayıcı’ Bülent Arınç’la birlikte ailece gözyaşlarına boğuldukları o tiyatroda Sezai Karakoç’un işi olamazdı elbette... Ama sözlerini kullanmaktan geri durmadılar... Oysa ‘diriliş şairi’nin bu konuda ‘hükmeden siyaset’in yüzünü kızartması gereken tespitleri vardı... İşine geleni cımbızla seçen Başbakan, o Diyarbakırlının ‘açılım ve çözüm’le ilgili koyduğu tavrı da götürseydi ya bölgeye!..
Rezalete ‘Karakoç sosu’ katanlar onun sözde ‘barış süreci’yle ilgili kanaatlerini bilmiyor olabilirler mi? Elbette biliyorlar... Sezai Karakoç, daha Mart ayında dile getirdi bu sürecin ‘yıkım süreci’ olduğunu... “Şimdiki yaygaranın adı, sulhtur, barıştır” diyen adamdır o... Böyle yalancı, aldatıcı baharlarla bir yere varılamayacağını söyleyen ve hedefin Türkiye’nin parçalanması olduğunu vurgulayan da...
Karakoç’tan zorlama referans üreten Başbakan Erdoğan onun bu çığlıklarını umursamadı bile... Umursamamak, duymamak, bilmemek durumundaydı, çünkü ‘racon’u bozacak dille yüklenmişti o şair bunlara... Hükümetten farklı düşünenlerin ‘ihanet’ ve ‘savaş tamtamcılığı’yla suçlandığını ifade eden şair ve mütefekkir Sezai Karakoç şu sözleriyle ülkeye idare edenlere yöneltmişti:
“İzlenen politik duruşu yere göğe sığdıramayan medya aldatmaca içindedir. Önce kendini aldatmayacaksın. Büyük devlet adamlığının özelliği budur. İnsanları ve toplumları aldatan, akı kara, karayı da ak gösteren medyanın etkisiyle insanlar zafer kazandığını düşündürür. Halbuki bu bir mağlubiyettir. Milleti kandıran devlet adamları iyi anılmazlar. Halkını kandıran devletler, hükûmetler, milleti kandıran devlet adamları iyi anılmazlar. O devletler de, hükûmetler de devam edemezler. Devletlerin ve devlet adamlarının aldanmaması ve başkalarını aldatmaması önemlidir. Ve en önemlisi aydınların aldanmamasıdır. Çünkü aydınlar aldanmazsa, insanları işin gerçeğine getirirler. Fakat aydın aldanırsa işin içinden çıkılmaz.”
Güneydoğu meselesinde ‘bitti, çözüldü’ şeklinde bayram yapıldığını, buna karşı çıkanların ‘ihanet ediyormuş’ şeklinde itham edildiğini belirten Sezai Karakoç “Hem kendilerini, hem bizi aldatıyorlar. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Biz tarihi ve toplumları bildiğimiz için söyleyelim ki, bu mesele böyle çözülmez” demişti...
Tipik bir Tayyip Erdoğan çifte standardıdır bu... Madem Karakoç referansınız olacak, neden ‘çözüm projesi’yle ilgili bunun Türkiye’yi parçalanmaya götürecek bir proje, ‘barış’ın da aslında yaygaranın adı olduğu iddialarını kulak arkası yapıyorsunuz? Sizden aykırı düşünen birinin sözlerini Türk’e düşmanlık edenlere kırmızı halı yapmaya yelteneceksiniz, sonra da ‘omurgalı siyaset’ in önemine vurgu yapıp, omurgasız adamları rüzgârda savrulan yaprağa benzeteceksiniz!..
‘Şafakta kaybettiği güvercinleri, şair, bir ikindide yakalayabilmeli’ diyordu ‘dirilişin şairi’... Şafakta kaybettiği tutarlılığı kaç ikinde yakalayabilir acaba siyasetçi? Ya da kaybettiğinin tutarlılık olduğunu anlaması için kaç yatsı gerekir? Yazık, kaybeden keşke sadece o olsaydı...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi