Civanlar kırılırken Şivanları baş tacı edenler!
“Satılmıştır, vatan hainidir, aslını inkâr edendir, kalleştir, kardeşini öldürendir” diye aşağılıyordu korucuları bir şarkısında Şivan Perver... Ne hazindir ki, gün geldi o Şivan Perver devletin Başbakanının dostu oldu, devleti ve toprağı korumak için neleri varsa ortaya koyan korucular yalnız kaldı... Ve şimdi o yalnızlığın bedelini ödüyorlar tek tek vurularak... Önceki gün Şırnak’ta şehit edilen Hasan Ercan’la birlikte, ‘çözüm’ sürecinden bu yana şehit edilen korucu sayısı altıya ulaştı...
Kan akması ve anaların ağlaması durmuştu sözde... Tek tek gün sayıyorlardı çözüm pazarlamacıları ‘kandan beslenenler’e inatla... Onların gözünde ya korucular insan değildi, ya da anaları ana!.. Akan kanları kandan sayılmadığı için en küçük bir tepki bile yok... Oysa bu kahramanların zaten zorluklar içinde geçen hayatları vardı... PKK açısından korucular, asker ve polisten daha büyük düşmandı!.. Çünkü onlar, satılmış, işbirlikçi ve haindi!.. Şimdiye kadar iki bine yakın şehit verdiler... Katledilen çocukları ve diğer aile fertleri bu sayıya dahil değildi... Asker ve polis için tayin vardı ama onlar için yoktu... Hepsi devletlerini ve ailelerini korumak için adı ‘geçici’ olsa bile hayat boyu savaşmak zorundaydı...
Çocukları doğru dürüst okullara gidemediler... Gittikleri okullarda ‘asimile’ muamelesi gördüler, aşağılandılar, şiddete maruz kaldılar... PKK’ya destek veren köyler kaçakçılık dolayısıyla zenginleşirken, korucu köyleri sefalete terk edildi...Koruculuk sisteminin lağvedilmesi için PKK eksenli propagandaların uzun süre mağduru oldular... Sanki diğer meslek gruplarında oran sıfırmış gibi münferit suçları abartılarak kamuoyuna sunuldu, ‘kriminal’imaj pekiştirilmek istendi...
Tekrarlarsak, özellikle Apo’un yakalanmasından sonra sanki terör bitiyormuşçasına ortaya çıkan ‘resmî gevşeklik’, hem Özel Harekât’ı, hem de korucuları olumsuz yönde etkilemişti... Bazı bölgelerde dağıtılan silahlar geri alınmış, korucubaşları çok zor durumda bırakılmıştı... Örgüt de bunu fırsata çevirerek “T.C. böyledir, kullanır ve atar” propagandasını başlatmıştı... Korucuları hep bu propagandayla sıkıştırıyor, ‘örgütün yanında yer almaları, faşist T.C.’nin silahını bırakarak, devrimci güçlerle birleşmeleri’ni dayatıyor ve devletin bu yumuşak karnından istifade ederek ‘genel af’ bile ilân edebiliyordu...
Ankara’dakilerin direnmeyi bıraktığı yerde korucular ‘direnme’yi bırakmadılar... Omuz omuza mücadele verdikleri devletin güvenlik güçleri nizamiyenin içine hapsedilmişken kendilerini koruma düşüncesiyle PKK’nın ‘af ve işbirliği’ çağrısına kulak vermek de bir ihtimal olabilirdi... Terhisi, tezkeresi, tayini olmayan ve kendileri ve aileleri adına kuşaklar boyu sürecek maddî ve manevî riski üzerlerine alan korucular, zaten açılım süreciyle büyük bir şaşkınlığa sürüklenmişlerdi... Ama onlar, olanca yalnızlıklarına rağmen direnmeyi tercih ettiler... Yıllardır, kanları canları pahasına mücadele ettikleri PKK’lılar için burunlarının dibine anıt mezarlar dikilirken, kendi mezarlıkları ‘garipler mezarlığı’na dönüşmüşken yine devletin ve milletin yanında kalmaktan başka bir yola başvurmadılar...
Şimdi ise onlara ‘kalleş, vatan haini’ sıfatlarını lâyık görenler baş tacı edilirken, onlar bir ‘kan dâvâsı’nın tarafı gibi teker teker katlediliyorlar... Ve çaresiz biçimde; “Hükûmetimiz, silahların sustuğu bir dönemde PKK’nın neden koruculara saldırmaya devam ettiğini sormalı”temennisinde bulunuyorlar... Artık bölgede hâkimiyet kurmuş ve sokakları devlete sadık unsurlara dar etmiş olan PKK’yla silahlı mücadeleye girmeleri durumunda hangi suçlarla itham edileceklerini; provokatörlükle ve çözüm sürecini sabote etmekle suçlanacaklarını biliyorlar... ‘Kırk satır, kırk katır’ arasına sıkıştırılmış bir hayatı sürdürmeye çalışıyorlar... PKK’nın öldürülecek korucuları sıraya dizdiği ‘infaz listeleri’nin varlığı ise Ankara’dakilerin çok umurunda görünmüyor... Ve onların şahsında bir devlet, sadece sadık evlatlarını değil, zorluklar içinde direnen kahramanlarını değil, bu topraklar üzerindeki varlığını ve egemenliğini riske atıyor... Şivanları dost tutan bir kafa civanları feda ediyor!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi