Artık bütün kavramların karşılığı ‘mobil’!.. Herhangi bir kavramın son anlamı neydi, yetişebilene helâl olsun!.. Kişiler, kavramlar ve olaylarla ilgili karşılıklar, siyasî pozisyona ve menfaate göre öylesine baş döndürücü bir hızla farklılaşabiliyor ki, hiç birinin altı ay garantisi yok!..
“Ne istedilerse verdik” denilecek kadar büyük dostlar bir anda ‘haşhaşi’ oldu!.. Bir zamanlar ‘dostluğuna güvenilen’, ‘gücüne saygı duyulan’ ve kendileriyle iktidar paylaşılan insanlar, bugüne kadar benzeri görülmemiş, ‘önceki darbelerden çok daha ahlâksız’ bir darbenin hem planlayıcısı hem de uygulayıcısı ilân edildiler, ‘dost-modern’ damgası yediler!..
Tabii içeride kokusundan durulamayan pisliğin bastırılması için ‘uluslararası operasyon’ hikâyelerine sarılmak, ‘millîlik’ edebiyatını kuşanmak gerekiyordu... Bu ‘haricî’ saldırısına karşı ‘yerel direniş’ destanları yazılmalıydı!.. O vakit de BOP mop lâfları bir dahaki kullanım tarihine kadar serin yerde muhafaza edilmeliydi!..
Bizatihi kendileri uluslararası operasyonun parçası olanlar, istedikleri gibi kavramları eğip bükme, gerçeği çarpıtma hakkına sahip olanlardı... Şefin menüsü neyse ona uyulmalıydı... Suriye’ye gönderilen malzemeleri, hayatta ağızlarına almadıkları Suriye Türkmenleri için gönderilen malzemeye bir çırpıda dönüştürme gücüne nasıl da sahipler değil mi? Aynı tecrübeyi Halkbank Genel Müdürü’nün evinde yakalanan paralarda da yaşamıştık... Utanmadan, sıkılmadan, ar damarları çatlamadan buyurmuşlardı bu para imam-hatip lisesi ve Makedonya’daki Türk üniversitesi için toplanan bağış diye... Zaten para sayma makinelerini de polis getirmişti!..
O TIR’ın içindeki malzeme -öyle bir ihtimal yok ama- farz edelim Türkmenlere gidiyordu, o hâlde bu ‘devlet sırrı’nı açıklamak neyin nesiydi? Ayrıca bu açıklama Türkmenleri bulundukları topraklarda daha fazla ‘hedef’ hâline getirmeyecek miydi? Üstelik bu durum BM yasalarına göre devlet yöneticilerinin itiraf ettiği bir suç değil miydi?
Belli ki, içine düşülen panik, ülkeyi yönetenlerin aklından sağduyuyu çekip almış... Üzerine fazlaca düşünülmeden söylenen yalanlar ülkenin hangi psikoloji, korku ve vehimlerle yönetildiğini gösteriyor... Yalan endüstrisi ‘carî’ açığı kapatmaya yarar mı bilmiyoruz ama ‘ahlâkî’ açığı kapatmaya yetmiyor... İki-üç yıl öncesine kadar, ‘Apo’ vardı, ‘teröristbaşı’vardı, ‘bebek katili’ vardı, şimdi ise ‘Abdullah Öcalan’ var, ‘İmralı’ var... Apo’nun aklına ve tecrübesine saygı duyan, son olaylarda onun yol göstericiliğine köşesinde övgüler düzen ‘iktidar memuru’ bu denli yoktu, şimdi var!.. Kavramlar burada da değişti, Apo ‘uluslararası operatörler’e karşı ‘yerli yandaş’ pozisyonuna yükseltildi!..
Bu arada ‘şeref’ bile dağıldı gitti... ‘Görüşen şerefsiz’den, neredeyse ‘görüşmeyen şerefsizdir’ konumuna geçtik!.. ‘Kan içenler’ ana kuzusuna, kırılan ana kuzularının hakkını aramakta ısrar edenler ‘kan içici’ye dönüştürüldü... Kimi lisanlarda hırsızlar ‘hayırsever’leşirken, halk ‘gavat’laştı, gavatlar ise ‘seçkin’leşti!.. O tarihlerde sanki Malta’da sürgündeymiş gibi davranan tipler, ‘millî ordumuza kumpas kuranlar’ı ispiyon etti!..
İslâmî terminolojinin en önemli maddelerinden olan ‘helâl-haram’ kavramları tamamen birbirine karıştı... Bir helâli haram veya bir haramı helâl ilan etmenin dindeki korkunç karşılığı bile ‘memur ilahiyatçılar’a İmâm-ı Azam’ı hatırlatmaya yetmedi... Dün ‘uçkurlara göre’ fetva vermekten utanmayanlara benzer şekilde ‘ceplere göre’ fetva vermeye başladılar... Ulemanın ‘resmî’ patronu yolsuzluk yangını bacaları sararken sessizliğe bürünmeyi tercih etti, Ebu Hanife ahlâkı ve ilminden nasipsiz olanlar ise ‘yol verme’yi uygun
gördü...
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde olmasa da hırsızlık ve yolsuzluk ‘amacınız kutsalsa’ bizde neredeyse bir ‘hak’ka dönüştü!.. Ortada savaşılacak bir düşman yok ama ne hikmetse ‘ganimet’ var ve bu ganimette ilgilinin payı var!..
Kimse oturup da bu kavramların karşılıklarıyla ilgili bugüne ait yeni bir sözlük yazmaya kalkışmasın... Zira garantisi yok altı ay sonra onlar da değişebilir... Ve dün bunları söyleyen başkasıymış gibi pişkin pişkin konuşulabilir, utanmak da yine başkalarına düşer!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi