BU UTANÇ FOTOĞRAFI KİMİN DUVARINA YAKIŞIR?
Hiç ırkçı olmadım… Bir insanın kendi elinde seçme hakkı olmadan, doğuştan aldığı özellikleri, rengi, ırkı ve dili dolayısıyla aşağılanmasını, ötekileştirilmesini, düşman görülmesini Allah’ın tasarrufuna isyan saydım hep… Türk milliyetçiliğimin sınırını bu noktada tutmaya özen gösterdim kendimce...
Bugün de kanaatlerim ve bakış açım değişmiş değil… Ama itiraf edeyim, Beytüşşebap’ta askerî konvoyun PKK paçavraları arasında, düşmanca nazarlar ve zafer işaretleri arasında geçiş yaptığı o fotoğrafa bakıp da sinirleri gerilmeyen hiç kimseyi Türk olarak kabullenemiyorum… Hangi soydan, hangi boydan gelirse gelsin, isterse Oğuz Kağan’a kadar şecere çıkarsın, bu kadrajın içindeki utanç karesini içine sindiren Türk olamaz…
Bunu ‘büyüyen Türkiye’ olgunluğuyla karşılayan kim varsa, açılımla ilgili “Ne güzel işte, Kuzey Irak’ı bile kendimize bağlıyoruz, Osmanlı oluyoruz” zokasıyla mızrağın Sivas’a, Kahramanmaraş’a, Erzurum’a kadar dayanmasına göz yuman kim varsa ve “Kan dökülmüyor ya” diyerek teslimiyetin en sefilcesine onay veren kim varsa, sayıları kaç kişi ya da milyonsa, ‘sulben’ Türk olsalar da ‘şahsen’ Türk değildirler… Türklük duygusundan arınmış, pörsümüş et yığınlarına bir milliyet ismi atfetmek ne kadar mümkün ve ne kadar rasyonel?
Sanki Rus ordusu Afganistan’dan çekiliyor!.. Ya da Naziler Macaristan’dan, Fransızlar Cezayir’den!.. Yenilmiş bir işgal ordusu, galip gelmiş milisler ve toprakları kurtulduğu için sevinç çığlıkları atan, zılgıt çeken, işgalcilerin gözüne paçavralarını sokan mutlu ve gururlu halk!.. Türk, bu topraklarda sadece kendisini değil, kendisine sığınan, himmetine muhtaç olan, dinini ve namusunu Türk’e emanet eden kavim, topluluk, etnisite, cemaat veya her neyse hepsine kol kanat gerecek, hatta yönetimi paylaşacak, kardeş bilecek, Haçlıya ve onun binbir türlü versiyonuna bin yıl evlâtlarını kurban verecek ve sonunda bugün o aşağılık manzaraya maruz bırakılacak!.. Bu bir ‘mide’ değil, ‘işkembe’ meselesidir ve bunu sindiren Türk olamaz!..
‘Etki alanımız genişliyor’ gibi büyülü lâflarla aptallara özel işporta tezgâhı açanlara şu ‘değişim’i hatırlatmak fayda etmeyecek elbette: On beş yıl öncesine kadar herhangi bir yerde katillerin örgütüne ait bir sembol görmek istisnaydı, şimdi ise bazı bölgelerde Türk bayrağının vukuatsız dalgalanması istisna!.. Nereden nereye? Ama şükür ki, bölgedeki etkimiz artıyor!..
Bu yazı, düşmana “Niye düşmanlık yapıyorsun?” şeklindeki budalaca bir soruya cevap aramak için yazılmadı… Düşman düşmansa elbette gereğini yapacak!.. Burada rahatsız edici en büyük faktör, durum devlet ve millet varlığı açısından göz göre göre her geçen gün daha da iğrençleşirken, Türk’ün mührü günden güne silikleşirken, o ‘Türk’ün uyuşması ve sıradanlaşması!.. Kendi adına ve o adın temsil ettiği değerlere karşı ‘ilân edilmemiş’ olsa da çıplak gözle teşhis edilebilen bir saldırıya karşı gereken demokratik refleksi göstermeyen insanlar başka hangi kategoride değerlendirilebilir?
Hani yeni doğan bebekler için ‘Adıyla yaşasın’ dileğinde bulunulur ya, Türk de bu topraklarda ancak adıyla yaşayabilir!.. Çünkü adı olmayacaksa, kendisi de olmayacaktır!.. Bu utanç fotoğraflarının yaşanmasına zemin hazırlayanlara, devletin direncini kırıp, dinamik unsurlarının elini kolunu bağlayanlara, galibiyeti hileli yollarla ‘hükmen mağlûbiyet’e çevirenlere ve büyülü sözlerle kendisini aldatmaya çalışanlara tavır koymayan Türklükle arasına mesafe koymuş demektir…
Kendi Mehmet’inin düşmanlıkla çevrili nazarlar arasından ‘Başkan Apo’ sesleriyle taciz edilmesine itirazı olmayan ve bu itirazın demokrasi içinde bedelini ödetmeyen kişi kim olursa olsun onun ‘anatomik’ kimliğinin de, ‘antropolojik’ kimliğinin de zerre kadar önemi yoktur!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi