‘SULTANLARA LÂYIK' DİNLEME İTİNAYLA YAPILIR!
Hababam Sınıfı’nın unutulmaz sahnelerindendir…
Külyutmaz Necmi adlı yaşlı hoca haşarılığıyla ünlü sınıfta sınav yaparken, sıraların üzerinde dedektif titizliğinde gezinir ve “Bana külyutmaz derler, benim sınıfımda kimse kopya çekemez, Hababam Sınıfı’ymış, çekin kopya da görelim” diye iddialı iddialı söylenir…
Ama Külyutmaz Necmi sıraların üzerinde sekerken, bütün sınıf dalga geçe geçe yine kopya çeker…
Başbakan Erdoğan’ın telefon görüşmeleri internete düştükçe hep bu sahne aklıma geliyor…
Bir yandan tebessüm ediyor, bir yandan üzülüyorum…
Tebessümün sebebi, külyutmaz, karizmatik, icabında racon kesen, biatı duble hak eden bir Başbakan imajının geldiği son nokta…
Ülkeye tamamen hâkim olduğu düşünülen bir portrenin internete yansıyan gerçek hâli…
Meğer vaziyet ‘Külyutmaz’dan bile hâllice’ değilmiş, Erdoğanların telefonları ailece dinlenip kayıt altına alınıyormuş…
Şu ana kadar yayınlananlar muhtemelen başlangıç…
Daha ne kadar kül yutulduğuna dair kim bilir başka nelerle karşılaşacağız?
Üzüntüm ise ülkem adına!..
Koparılan fırtınaya bakarak, biz de inanmıştık, yeniden cihan imparatorluğuna doğru yol aldığımıza!..
Ortadoğu’yu etki alanımıza almıştık bile!..
Suudi Arabistan ve Katar’ı keseliyor, İran’a ambargoyu deliyor, Beşşar Esat Türkiye’ye tatile geldiğinde çocuklarımız onun karısına ‘yenge’, onun çocukları da Erdoğan’a ‘amca’ diyorlardı!..
Elti, kayınbirader, baldız, bacanak iç içeydik!..
Mısır’a lâikliği de anlamaya çalışan demokrasi getirirken, Libya’da bir ufak yalpaladıktan sonra kazananın yanında saf tutmuştuk!..
Barzani ise parti kongremize misafir olacak kadar koynumuza sokulmuştu!..
Ne yapalım, biz de havaya girmiştik, çünkü ‘süper güç’ oluyorduk!..
‘Eşbaşkanlık’tan ‘tek başkanlık’ modeline terfi ediyoruz diye alttan alta seviniyorduk!..
Karayiplerdeki ‘muz cumhuriyetleri’nden, Güney Kutbu’ndaki ‘buz cumhuriyetleri’ne kadar ilgi odağı olmuştuk, vizeler kalkıyor, duvarlar yıkılıyordu!..
Hükûmet medyamız yer geldiğinde tünel açılışlarında bile ‘sultanlara lâyık’ manşetleri attıkça içimiz kıpır kıpır oluyordu!..
Allah inandırsın, Fransızlara dansı yasaklamamıza bile ramak kalmıştı!..
Biz Külyutmaz Necmi gibi zıplayıp dururken, acı gerçekle karşılaştık!..
Oslo görüşmeleri, utanmasalar, görüşmeciler Türkiye’ye dönmeden yayınlanacaktı!..
‘Küresel güç’ olan hükûmetimiz için ay akşamdan doğmuştu yani!..
Kuyruğu dik tutma projesi adım adım çöktükçe şoklar başladı…
Telefonlar ve ortam dinlemeler ortaya döküldükçe o dokunulmaz, o erişilmez, o tartışılmaz gücün aslında sanal olduğu tartışmaya açıldı…
Külyutmaz tafrası, şu istihbarat ve güvenlik defolarından sonra mizah derecesine yuvarlandı…
Dünyada, ülkeyi yönetenlerin özel görüşmelerinin bile kasaba belediyesinin hoparlöründen anons edilir gibi ortaya düştüğü başka hangi ‘süper güç’ var acaba? ‘Ortadoğu’nun dayısı’ gazı verile verile olduğundan farklı bir role soyunan portrenin bugün içine düştüğü drama bakıp şu soruyu sormak doğru olacaktır:
Otoriter bir Başbakan’a ve yakın çevresine ait özel konuşmaların sürekli dinleniyor olmasından ve bunu açığa çıkmasından sonra, onun yönettiği devletin bırakın ‘süper’i, sıradan bir ‘güç’ olarak kabul edilmesi ve o devletin hâlâ ‘sırlar’ın olabileceğinden söz edilmesi mümkün müdür?
Bir sanatçı hastalığıdır, rolün etkisinde kalmak!..
Kişi canlandırdığı karakteri bazen gerçekten kendisi zanneder ve özel hayatında buna göre davranmaya başlar…
Bu yüzden zaman zaman başı belaya girer…
Galiba bu sendrom sadece sanatçılara has değil, siyasetçiler de aynı maraza tutulabiliyor!..
Önüne tapeler geldiğinde kafasını duvara vurmuş gibi acı gerçekle karşılaşıyor…
Bülent Arınç’ın on bir yıldan sonra “Ne bilirdik bu kadar saf olacağımızı?” şeklindeki aczi itiraf eden sözleri fotoğrafı anlamaya yeter mi bilinmez ama Külyutmaz Necmi’nin o sahnesini tekrar tekrar izlemek zihin açmaya yarayabilir!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi