Millî irade hırsızlığı’ diye bir kavram dolandı dillere... Kimdir bu hırsızlar, neresinden tanınırlar doğrusu açıklanması gerekiyor... Açıklansın ki, halk da bu şebekeyi daha yakından tanısın...
‘Millî irade’ dediğiniz şey, cep kitabı gibi cebe sığar mı? Sığmayanlar ayakkabı kutularında mı saklanır? Ayrıca deniz suyuna yatırdığınızda bir süre sonra gemilere dönüşür mü? Ülkeden ülkeye nakledilir mi? Bu nakil sırasında havale ücreti alınır mı?
Bu ‘millî irade’ oda sıcaklığında mı, serin ve karanlık yerde mi muhafaza edilir? Yabancı paralar karşısında konvertibl mıdır? Araba hırsızlarının yaptığı türden parçalanıp, ayrı ayrı piyasaya sürülür mü? Şapkadan çıkan tavşan gibi sandıktan çıktığından kesilip yenmesi caiz midir? Ete kemiğe bürünür mü, babadan oğula devredilir mi? Ya da bulaşıcı mıdır, biri bu illete tutulunca bütün aileye sirayet eder mi? Bu hırsızları savcı yakalattırabilir mi, yakalattırırsa görevde kalabilir mi? Yine bu hırsızlar “Sandıkla gelip, sandıkla gideriz” diye tutturup, hukuk mukuk tanımazlar mı? Sahi kimdir bunlar; onların sesi herkesten çok çıkıp, yüzü herkesten daha mı az kızarır meselâ?
İnsanımızda büyük bir kafa karışıklığı var... Çok da görmemek lâzım; hırsızın polisi kovaladığı ahir zaman günlerinde bunlar olur!.. Sosyal devlet dediğin bu konuda bir sorumluluk taşımalı ve vatandaştaki bu kafa karışıklığını gidermek için, ülkenin duvarlarına o hırsızların eşkallerini asmalı... Asılsın ki, vatandaş öğrensin, kim kravatlı yolsuz, kim ‘millî irade gaspçısı’, kim masum!.. Allah korusun, gözü dönen bir vatandaş, bu hırsla ‘saygıdeğer bir tokatçı’yı ‘hayırsever bir iş adamı’nı hırsız zannedip, yaka paça indirir, bu da iç barışı bozar, sermaye kaçabilir, sosyal patlamalara sebep olabilir!..
Bizimki amme hizmeti, maksat ülke barışına katkı çabası... 11 Eylül saldırısının ardından Müslümanlara karşı öfke artınca ABD’nın Utah eyaletinde eline tüfeği alan bir Amerikalı, saçından sakalından Müslüman zannettiği Sih marketçiyi öldürmüştü... Karışıklıkların üzerine binen öfke bazen böyle facialara yol açabiliyor... Bizim de derdimiz, hırsızla masumu birbirinden tam ayırmak için tipoloji tasnifinin düzgün yapılması, kimsenin karambole gitmemesi...
Kabul ediyorum, hırsızların dantelli kefenle savunulduğu, soyulanların ise kime kızacaklarını tam bilemedikleri dünyadaki tek ülkede iş gerçekten zor... Artan malına, izahsız servetine bakınca ve de ‘ortaya karışık’tapelerini dinleyince “Tamam, hırsız olsa olsa budur” diyorsun, ama herifteki sesin desibeline bakınca “Galiba ayıp ettim” diye neredeyse kendine kızacak oluyorsun!..
Artık üniversitelerimiz ‘millî irade hırsızlığı’ üzerine kürsüler mi kurarlar, yoksa bu hırsızlar vakıf şeklinde sivil toplum kuruluşları oluşturarak kendilerini halka daha iyi tanıtacak faaliyetlerde mi bulunurlar bilemeyiz, ama bir an önce ne olacaksa olmalı!.. Millî iradeyi, vergi karşılığı yol, su, elektrik olarak kendilerine döndürür gibi, imar rantı, kara para, ihale komisyonu, def-i belâ fonu olarak kendilerine kimler döndürüyorsa artık bilinmeli...
‘Millî irade hırsızlığı’ndan kasıt, millî iradenin tecelli ettiği seçim sandığının oylar sayılmadan önce veya sonra çalınıp, oduncuya satılması değil herhalde!.. Bunu yapan hırsızın hiçbir saygınlığı olamaz... Yok eğer, buradan kasıt, sandıktan çıkan oylardan güç alıp, o gücü her türlü yağmanın, yolsuzluğun ve hırsızlığın yaygınlaşmasına vesile kılmaksa, herhalde ‘millî irade hırsızlığı’ budur ve sözü edilen suç, kurumsallaşmış, saygınlık kazanmış bir suçtur!.. Şifreleri de bellidir; berat-ı zimmet esastır!..
İlgililerden artık isim istiyoruz, kimdir bunlar ve nerelerinden tanınırlar? Kaç tür hırsızlık vardır? Hangisi hangisinden üstündür ve hangisini yüksek sesle işaret etmek diğerinin ‘öz’ hırsızlığını bastırmaya yarar? Halk sağlığı açısından bir an önce bu konuların aydınlığa kavuşması gerekiyor!..
Eğer sözü edilen bu yolsuzlukların sebeb-i hikmeti ve koruyucu totemi sandıksa, bir beddua da bizden o zaman: “Sandıklarına ateş düşsün!..”
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi