Ülkemizi bekleyen büyük tehlike
Sosyal gerginlik çok tehlikeli biçimde tırmandı, âdeta patlamak için fırsat kolluyor... Önümüzdeki mahallî seçimleri ‘tarihin en önemli mahallî seçimleri’ne çeviren de bu... Aslında bu seçimleri yalnızca ‘mahallî seçimler’ olarak nitelemek bile anlamı daraltıyor...
Bu seçimler toplumda biriken gazı almaya yarayacak mı, yoksa hukuku sadece ‘güç’le tanımlayan siyasî iktidarın daha da pervasızlaşmasına yol açacak mı, hep birlikte göreceğiz... Ama anlaşılan o ki, Cumhuriyet tarihimizin ‘en sıcak yazları’na doğru yol alıyoruz ve kaos endişesi son derece yüksek düzeyde seyrediyor...
Türkiye, bütün kesimleri birbirine hasım ‘katı ve tahammülsüz’ taraftarlar hâline getiren bu sorumsuz siyasî iktidarı değiştirmek mecburiyetinde... İktidarda kalmak uğruna sürekli ‘ötekiler’ oluşturarak, onu düşmanlaştırarak, kendi toplumsal mevzilerini sağlamlaştırma stratejisi orta vâdede ülkeyi bu gergin atmosfere sürükledi... Bu öylesine alışkanlık meydana getirdi ki devamı da ancak dozajı yükseltmekle mümkün... Nitekim Başbakan da bunu yapıyor, bütün sorumsuzluğuyla, sosyal maliyeti hiç umursamadan...
Yenilgiyi görmektense, kutuplaşmaların önünü açarak günü kurtarmak can simidi olarak görülüyor... Doğrudur, eğer ‘ülke’ kaygınız daha az önem ifade ediyorsa, ‘karşı’ tarafların düşmanlığını bileyerek, kendi taraftarlarınızdaki bağlılığı artırabilir, iktidarınızı bu yolla sürdürmeyi umabilirsiniz... Bugün yapılan tam da budur...
Oysa bu strateji, kitlelerdeki tansiyonu yükselterek, hükûmeti değiştirmeyle ilgili demokratik olmayan yöntemleri de meşrulaştırma riski taşıyor... Siyasî önceliklerimizi ve farklarımızı bir yana bırakır, ülkedeki iç barışı göz önüne alırsak, kabul edelim, en büyük tehlike burada... Eğer tansiyon daha da artar ve iktidar değişikliği için ‘sokak hareketleri’ bir yöntem olarak benimsenirse, mesela Ukrayna gibi kaosa sürüklenirse çok ağır bedel öderiz...
Türkiye’nin bu siyasî iktidardan acilen kurtulmasına ve bunu da ‘yumuşak geçiş’le sağlamaya ihtiyacı var... Demokrasi dışı sokak hareketlerinin doğuracağı komplikasyonlar ülke birliğini tehlikeye sokabilecektir... Eğer kitleler, ülke yönetimin kaderini sokaklarda belirlemeye kalkarlarsa, bunun güneydoğumuza bir başka yansıması olabilir... ‘Çözüm süreci’nin doğurduğu boşlukta her türlü altyapı hazırlanmış güneydoğuda, zaten ülkedeki otorite boşluğu ve kaos bir fırsat olarak görülüp, ‘kendi kaderini tayin’ hareketi başlayabilir, fiilî durum meydana gelebilir... Ankara’yı kendi derdine hapsederek, daha rahat ve dokunulmaz alan meydana getirmek isteyen terör örgütleri de bu kaosu tetikleyebilir, rol alabilir, tahrik edebilir...
Türkiye’nin ‘sivil’ görünümlü muhtemel kalkışmayı askerî yöntemlerle bastırmasına karşı ‘uluslararası duvar’ oluşabilir... Çünkü Türkiye’nin bu anlamda ‘menfaatçi bakıştan arınmış’ tam güvenebileceği dostu neredeyse yok gibidir... Bir anda yalnızlaşabilir... İşte bu yüzden Ankara’da iktidar mutlaka değişmelidir ama bu boşluk meydana getirmeden ‘yumuşak geçiş’le gerçekleşmelidir...
Unutmayalım; nasıl Bağdat’ın otoritesi sarsılınca Kuzey Irak meydana geldiyse, nasıl Şam’ın otoritesi sarsılınca Kuzey Suriye meydana geldiyse, sözde ‘Kuzey Kürdistan’ın statüye kavuşması için de Türkiye Cumhuriyeti başkentinin boşluğa ve kaosa sürüklenmesine ihtiyaç var...
Çok nazik bir süreçten geçiyoruz... Bir yanda kendisinin, ailesinin ve partisinin geleceğini, ülke birliğinin ve geleceğinin önüne geçirmiş bir Başbakan, diğer yanda hem demokrasisini hem de toprak bütünlüğünü yaşatması gereken Türkiye var... Zor bir denklem elbette... Önümüzdeki seçimlere ‘hayatiyet’ katan da bu zorluk olsa gerek...
Toplumsal tansiyonun düşmesi için AKP’nin ciddi oranda oy kaybetmesi gerekiyor... Ortaya çıkacak skor, hem gerilimi azaltacak, hem de genel seçimleri öne çağıracaktır... Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın siyasetten tasfiyesine hem parti hem ülke için de zemin doğurmuş olacaktır...
Erdoğan, çıkacak oyu, bu seçimleri referanduma dönüştüren kendisi değilmiş gibi, yüzde 50’yle değil, önceki mahallî seçim oranlarıyla mukayese ederek direnmeye çalışacaktır... Fakat daha az ciddiye alınacaktır...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi