Seve seve değil, hece hece…
Yutarsan… Yutamazsan gargara yaparsın…
Değil mi ki elini kaptırmışsın, kolunu da vereceksin…
Yersen ekime kadar, yemezsen müsait bir yere kadar…
Adâlet Bakanı “alevi hâkim” konuşmasını itiraf etmiş, Başbakan “kriptolu telefonlarımı dinlemişler” diye bas bas bağırmış, Gazeteci Metehan Demir, Egemen Bağış’la “Bakara-makara” konuşmasından dolayı özür dileyip istifa etmiş ya da kovulmuş; ne önemi var bütün bunların?
Hayvanlar âleminin nezih bahçelerinden Ankara şubesi mes’ûl müdîrinin riyâset ettiği TÜBİTAK nâmıyla mâruf müessesenin laboratuvarlarının yaptığı onca bilimsel tetkik, onca analiz, onca bilim insanı yalan mı söyleyecekti?
“Aman sabahlar olmasın” diyerek sabahın ilk ışıklarına kadar mesâi sarf ederek önlerine konulan tapeleri ‘tape tape’ inceleyerek ‘seve seve’ değil ‘hece hece’ lime lime ederek Adâlet Bakanının itiraf ettiği “alevi hâkim” diyaloğunun, Başbakanın feverân ettiği “sıfırlama” tâlimatlarının, gazetecinin özür dilediği ve işinden olduğu “Bakara-makara” eğlencesinin aslında ‘montaj’ olduğunu tescil etti ve bu konuşmaların hepsinin gerçek dışı olduğunu resmî rapor olarak beyân etti bilim insanları…
Ve aylardır hafakanlar içinde tape tape yaşayan devlet ve halk derin bir nefes alarak rahata erdi…
Hepsi sıfırlandı mı, Sümeyye geldi mi, Sümeyye gitti mi, kardeş, amca, dayı, enişte mâaile icap eden tedbirleri aldı mı, Reza’nın önüne yatan kalkan oldu mu, çikolata kutularında ve takım elbise astarlarında yapılan sevkiyat sağ salim yerlerine ulaştı mı, kol saatinin faturaları var mı, hususî tayyârelerle umrelere gidildi mi, Urla villalarının tuvalet taşları isâbetle seçildi mi, havuzun etrâfı tesettüre uygun çevrildi mi, Çatalca villalarının bahçesinde artezyen suyu çıkarıldı mı, etrâfı çitlerle çevrildi mi, Başbakanın fedâkâr müteaahitleri milletin bilmem neresine koydu mu, havuz medyası için işadamlarına salmalar yapıldı mı, gibi milletin kafasını kurt gibi kemiren bütün sorular cevap buldu…
Hiçbir şey sıfırlanmamıştı, Sümeyye ne gelmişti ne de gitmişti, Başbakanın feverân etmemişti, mâaile çiğ yememişlerdi ki tedbir alsınlardı, Reza’nın önünde kimse yatmamıştı, Çikolata kutularında ve takım elbiseler içinde sevkiyat yapılmamıştı, kol saati Patek Phillippe 5101p değil Nacar 1929’du, Umre’ye hususî tayyâre ile değil,eşek sırtında bin bir meşakkatli bir seyahatle gidilmişti, Urla da ve Çatalca’da villa yoktu ki tuvalet taşı seçilsin, çit yapılsındı, Başbakanın fedâkâr müteahhitleri milletin hiçbir yerine koymamıştı, işadamlarına havuz medyası için salma yapılmamıştı…
Ve tabii “Bakara-makara” konuşması da montajdı…
Yutarsan… Yutamazsan gargara yaparsın…
Yersen ekime kadar, yemezsen müsait bir yere kadar…
Egemen Bağış, Tübitak’ın bütün ülkeyi rahatlatan raporu yayınlandıktan sonra uzun yıllardır tavazzuf ettiği parlamenterlikten bağışlanmasını isteyerek soluğu Diyânet İşleri Başkanlığı’ında aldı ve Diyânet İşleri’nin ilmi yayınları ve ilmî araştırmalarına riyâset etmek üzere vazifeye başladı, ilk vazife olarak da hususî ihtisası olan Bakara Sûresi tefsirine başladı…
Bilal ve Sümeyye bir daha bir araya gelmemek için kavilleştiler…
Muammer Güler önüne yatmaktan sıkılıp, yerinden kalkıp kararlı adımlarla Reza’nın arkasına uzandı…
Zafer Çağlayan evinin tavan arasında duran sandıktan dedesinin zincirli cep saatini çıkararak kol saati kullanmamaya yemin billâh etti…
Fedâkâr müteahhitler milletin orasına burasına koymaktan vazgeçerek ne var ne yoksa ceplerine koydular…
Başbakan mı?
Tübitak’a sıfırlattıklarını vicdanında da sıfırlamış olacak ki, TBMM kürsüsünden mektubunu okuduğu şehidin babasına hakaret dâvası açmakla meşgûl…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi