“İki bilezik kadar da kıymetimiz yok muydu?” diye soran bakışlardı onlar!
Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanlı adaylığını açıkladığı toplantıda yaptığı konuşmada hâmâsete mide bulandıran bir zirve yaptırdı… ‘Türk siyâseti’nin ve tabii ‘Türk sağı’nın en çok satan kavramlar malzemesini sundu salondakilere ve Türkiye’ye; din, Allah, peygamber, kitap, ümmet, ilâ âhir… Müşterisinin 11 yıldır âşinâ olduğu bir pazarlama taktiğiydi bu ve hazırdı zaten istenilen fiyatı vermeğe, Başbakan her zamanki gibi ‘yok’ sattı…
Başbakanın pazarlaması adetâ müzâyede gibiydi ve satışa sunduğu en değerli parçası bir hâtıraydı.
“1994 yılıydı İstanbul'da yerel seçimler için gece gündüz çalışıyorduk. İstanbul'un fakir bir semtinde dolaşıyorduk. 7-8 yaşlarında bir kız çocuğu geldi. Elinde bir şey vardı, geldi verdi. Annem dedi ki ‘seçilirse bizi unutmasın’. Bir baktım iki bilezik. Kendisi de kolundaki oyuncak bilezikleri verdi. O çocuğun bakışlarını hiç unutamadım. Pınarhisar'da o çocuğun bakışlarını unutamadım. Başbakan olduğumda yine o masum bakışlarını unutmadım”.
* * * * *
Oysa bu ülkenin unutmadığı bakışlar vardı, Başbakanın hiç hatırlamadığı hatta Başbakanın hiç görmediği bakışlar…
O bakışlar Erdoğan’ın siyâsi sicilinin ve politik mâcerâsının değil, bu vatanın şehitler albümünün bakışları olarak kazındı hâfızalara. Başbakanın ve o salondakilerin hiç hatırlamadığı ve hatırlamayacağı bakışlardı onlar…
“Neden?” diye soran bakışlardı onlar…
Otuz yıldır vatanın dağlarında pusularda toprağa düşen, otuz yıldır vatanın dağlarında arkadaşının kollarına düşen, otuz yıldır vatanın dağlarında gökyüzünün karanlığına düşen, otuz yıldır vatanın dağlarında ayağının dibinde patlayan mayınların üzerine düşen bakışlardı…
“Neden?” diye soran bakışlardı onlar…
Otuz yıldır molotofların yaktığı halk otobüslerinde ateşlerde yanan bakışlardı onlar… Metrolarda patlayan bombaların parçaladığı bir bebeğin annesinin göğsüne düşürdüğü bakışlardı onlar… Okullarda bayrak direğine asılan öğretmen bedenlerinin bayrağa mıhladığı bakışlardı onlar… Câmilerde katledilen imamların secdeye düşürdüğü bakışlardı onlar…
“Neden?” diye soran bakışlardı onlar…
Gözleri evlâtlarının bayrağa sarılı tabutlarında asılı kalan şehit annelerinin bakışlarıydı onlar…
Gözleri evlâtlarının bayrağa sarılı tabutlarında asılı kalan şehit babalarının bakışlarıydı onlar…
Gözleri evlâtlarının bayrağa sarılı tabutlarında asılı kalan şehit eşlerinin bakışlarıydı onlar…
Gözleri evlâtlarının bayrağa sarılı tabutlarında asılı kalan şehit kardeşlerin bakışlarıydı onlar…
Ve…
Gözleri babalarının bayrağa sarılı tabutlarında asılı kalan şehit çocuklarının, şehit yetimlerinin bakışlarıydı onlar…
“Neden?” diye soran bakışlardı onlar…
“Mâdem eşkıyâ ile anlaşacaktınız, mâdem kâtillerle anlaşacaktınız, mâdem elinden bebek kanı damlayan terörist başı ile anlaşacaktınız, mâdem o dağları eşkıyâya terk edecektiniz, mâdem o şehirleri eşkıyâya teslim edecektiniz, mâdem benim vatanımda o elinden bebek kanı damlayan kâtilin posterleri asılacaktı duvarlara, mâdem o kâtil için ‘Kürtlerin lideridir’ diyecektiniz, mâdem ‘görüşen şerefsizdir’ dedikten sonra ’gerekirse görüşürüz’ diyerek elçiler ve ricâcılar yollayacaktınız o kâtile, mâdem ‘bölgede kırılan onurların tâmiri için’ hacerü’il esved’i ve peygamber hırkasını bile halel-dâr edecektiniz, mâdem sınır kapısında devlet töreniyle karşılayacaktınız kâtillerimizi, neden daha bizi ekin gibi biçtirdiniz kahpe pusularda?” diye soran ve bu ihâneti anlayamayan bakışlardı onlar…
“Neden?” diye soran bakışlardı onlar…
“Neden, bizim şehit bedenlerimiz üzerinde kâtillerimize zılgıt çektiriyorsunuz, neden, bizim şehit kanlarımızı kâtillerin ihânet sofralarına meze ediyorsunuz, neden, bizim sizlere emânetimiz olan yetimlerimizin boyunlarını büküyorsunuz, neden hâtıralarımızı kirletiyorsunuz, neden?” diye soran bakışlardı onlar…
Başbakanın hiç hatırlamadığı hatta Başbakanın hiç görmediği bakışlardı onlar…
“Barzani’nin üç kuruşluk petrolü kadar kıymetimizi yok muydu?” diye soran bakışlardı onlar…
Ve… O hiç unutamadığınız;
“İki bilezik kadar da kıymetimiz yok muydu?” diye soran bakışlardı onlar…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi