Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Adnan İslamoğulları > ‘Yeni Türkiye’ ucûbesi...

‘Yeni Türkiye’ ucûbesi...




Evet, Cumhuriyetin kuruluş yılları ve tek parti dönemi ile ilgili pek çok sıkıntımız vardı. Evet, koskoca bir imparatorluktan mütevâzı bir ulus devlete geçişimiz oldukça sancılı olmuştu. Evet,  “Kıtaları ipek bir kumaş gibi kesip biçerdik, kan damlardı kılıçlarımızdan ve bir biz vardık cihanda bir de küffâr”  günlerinden,  “Yurtta sulh, cihanda sulh”  retoriğine alışamadık.
Evet, Ahlat’tan girip Viyana’ya kadar ilerlemiş bir milletin ahfâdı olarak,  “Şol revanda balam kaldı”  türküleri yakarak Kafkasya’dan, Rumeli’den, Galiçya’dan, Hicaz’dan geri çekilmek ve Anadolu’ya sığışmak giran geldi bize, topraklarımız küçülürken kendimizi de küçülmüş hissettik.  
Evet, Cumhuriyet kurulurken çok sevdiklerimiz de zulme uğradı. Çok sevdiklerimiz dışarıda kaldılar.
Evet, Cumhuriyeti Mustafa Kemal kurmuştu ve biz Mustafa Kemal’i sevdiğimiz gibi, Enver’i de Kuşçubaşı’nı da çok seviyorduk.
Evet, Kâzım Karabekir, Fevzi Çakmak da oyunun dışında bırakıldı ve biz onları da çok seviyorduk.
Evet, Millî Marşımızı yazan Mehmet Âkif de vatanını terke zorlandı ve biz Âkif’i de çok seviyorduk.
Evet, müziğimiz radyolarda yasaklandı, biz yasaklanan müziğimizi de çok seviyorduk.
Evet, ezanımız Türkçeleştirildi, ama biz hiç  “Tanrı uludur”  demedik.
Evet, Cumhuriyet bir avuç seçkinci, lümpen, laik, Batıcı elitin tekelindeydi.
Evet, Cumhuriyet CHP patronajındaydı.
Evet, zâbitân kısmı koruma kollama vazifelerini mübalağa etmişler ve bu millete zulmetmişlerdi.
Evet, böyleydi.. Hatta daha da kötü günler yaşamıştık...
27 Mayıs’ta Başbakan ve bakanlar idam edilmişti...
80’li yıllarda binlerce gencimiz hayatını kaybetti çatışmalarda. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında onlarca gencimiz idam sehpalarında can verdi... İşkencelerde hayatlarını kaybetti... Devlet dediğimiz aygıt ‘yanında/karşısında’ ayrımı yapmaksızın zulmetti...
Fakat, bizim adına Türkiye Cumhuriyeti dediğimiz devlet bizim devletimizdi, hiçbir şeye fedâ edemeyeceğimiz devletimizdi.
Bizim Cumhuriyet dediğimiz, aynı zamanda üç kıtada cephelerden öle öle, kırıla kırıla geri çekilerek kendimize vatan ettiğimiz bu ülkenin de adıydı aynı zamanda. Bizim Cumhuriyet dediğimiz bize Çanakkale’den yâdigârdı. Çanakkale olmasaydı Cumhuriyet de olmayacaktı, Çanakkale olmasaydı İstiklâl Marşı olmayacaktı, Çanakkale olmasaydı İstanbul olmayacaktı, Çanakkale olmasaydı Ankara olmayacaktı, Anadolu olmayacaktı.
Bizim Cumhuriyet dediğimiz aslında bir sebep değil, var olma savaşımızın neticesiydi.
Ve bilinmelidir ki bizim Cumhuriyet dediğimiz, 90 yıllık problemlerimizin hesaplaşma alanı değil, cenk alanı değil, intikam alanı değil, bir yeniden ibdâ ve inşâ alanımızdır.
Cumhuriyet, bizim bin yıllık terkibimizin sonsuza kadar yaşama alanıdır.
Cumhuriyet, bizim özgürlüğümüzün, bağımsızlığımızın, var olma irâdemizin, bir arada yaşama tercihimizin, kardeşlik hukukumuzun tecessüm etmiş ve adına  “vatan”  dediğimiz topraklardır.
Cumhuriyet, bizim inançlarımızın, bizim mazluma ümit oluşumuzun, zâlime korku oluşumuzun adıdır.
Şimdilerde, adına  “Yeni Türkiye”  denilen ve ısrarla dayatılan bir ucûbe ile karşı karşıyayız
Bizim Cumhuriyetimizde şehitlerimize  “kelle”  denilmez.  
Bizim Cumhuriyetimizde devletin temeline dinamit döşeyenlere  “Vandal”  denilmez, onlar adıyla anılırlar, onlara  “düşman” denir.
Bizim Cumhuriyetimizde, bayrağımız, sınırlarımız mukaddeslerimizdir. Bayrağımıza ve sınırlarımıza musallat olana hayat hakkı tanınmaz.
 Nevzuhur ‘Yeni Türkiye’ile varacağımız yerin sonu anlayacağız ki sâhip olduklarımızın en kıymetlileri duble yollarımız ve AVM’lerimiz değil, özgürlüğümüz, bağımsızlığımız, sınırlarımız, bir arada yaşama irâdemiz ve bir millet oluşumuzdur, ‘Yeni Türkiye’nin zedelediği tam olarak da bunlardır...

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS