Devlet Baba’nın bir çiftliği varmış, çiftliğinde keçileri varmış…
Aslına bakarsanız otoburdurlar, dağlarda yaşayan yabânîsinden tutunuz da, ağıllarda yaşayan otlak türlerine kadar hepsi otlanarak beslenirler..
Hayatlarını yüksek rakımlarda sürdürenler atik, çevik ve gözüpektirler, itaatkârdırlar. Ne pahasına olursa olsun sâhiplerin sözlerinden çıkmazlar. Sâhiplerine sadâkât için tırmanmayacakları dağ, tepe, zirve yoktur. Mevsimlerin engellerine takılmazlar. Kar, tipi, yağmur, bora, fırtına, lodos, buzul, donma tehlikesi onlara vız gelir trıs gider. Giderler ve vazifelerini yaparlar..
Oldukça soğukkanlıdırlar. Vazife yaptıkları yerlerde karlar altından çıkarılmayı bekleyen insanların naaşları varmış, onlardan bir haber bekleyen aileleri, çoluk çocukları, sevenleri, bağlıları, arkadaşları varmış, umurlarında olmaz keçilerin. Buzların altında çıkarılmayı bekleyenlerin anneleri “oğlumu iyi aramıyorlar” diye feryâd edermiş, duymazlar bile.
Keçilerin sâhipleri hazırlıklıdırlar her türlü krize karşı, yola koyulanları başka başka tepelere yönlendirirler, karda, kışta, kıyâmette. Çünkü asıl olay mahallinde keçilerin önemli işleri vardır, onlar sâhiplerinin kendilerine verdikleri vazifeyi mükemmelen ifâ etmektedirler. Çok sâkindirler, uçurumlar, kar, buz, tipi, onları vazifelerinden etmez, üstelik bir köşeye tüneyip sigara bile içebiliriler o fâciânın ortasında ve dağların da ne kadar da yüksek olduğunu konuşurlar.
Üstelik teknolojiden de anlarlar keçiler, ne de olsa iyi eğitilmişlerdir, ellerinde tornavidalar bir helikopterin stratejik parçalarını söküp, kendi sâhiplerine götürecek kadar iyi eğitilmişlerdir. Sâhiplerine sorgusuz suâlsiz itaat ederler, neden diye sormazlar, niçin demezler, acaba demezler, merak etmezler, endişe etmezler, onların vicdanları bir helikopter parçası gibi sökülmüştür, gassalın elindeki meyyit gibidirler sâhiplerine karşı…
Dağların tepelerindeki bu amele keçilerin bir de sâhipleri vardır, genelde başkentlerde yaşarlar, karanlığı severler, dumanlı havayı severler, zekidirler, çeviktirler, ama ahlâksızdırlar. Şeytâni bir zekâları vardır ama hayra çalışmaz.
Keçiler ve sâhipleri kendi evlâtlarını yemekle hayatlarını devam ettirirler. Kendi evlâtlarıyla beslenirler. En gürbüz, en güzel, en cesur, en dürüst, en samimî, en delikanlı evlâtlarını yerler genelde. Bâzen kahpe pusularda, bâzen amele keçilere frenleriyle oynattıkları araçların içinde kaza süslerinde, bâzen gece karanlığında uçakların sistemleriyle oynatarak, bâzen araçlarının içine bomba koyarak, bâzen evlerine patlayan paketler yollayarak, bâzen toplu çatışmalarda, bâzen enselerine bir kurşun sıkarak yerler evlâtlarını, bundan büyük bir haz alırlar.
Bunlar hiç ortaya çıkmazlar, görünmezler, ortalığa yem olarak atacakları çok keçileri vardır onların. Bununla güç alırlar, bununla kuvvet bulurlar, bununla devam ettirirler karanlık dünyalarındaki hayatlarını. Bunun için vardırlar aslında…
Bir de bu keçilerin sâhiplerinin dostları vardır:
“Keçiseverler Cemiyeti”dir bunlar.
Keçileri ve sâhiplerini severler. Ne yaparlarsa yapsınlar hayra yorarlar. Hikmet ararlar yaptıklarında. En ufak ricâlarını emir telâkkî ederler, yerine getiriler. Buna ya iknâ olurlar ya da bunu vazife edinirler. Hep müteşekkîr kalırlar bunlara, keçiseverdir onlar…
Keçiler, bundan 1500 sene evvel Kurân âyetlerinin yazıldığı hurma yapraklarını yediklerine dâir rivâyetlerle zan altında bırakıldılar. Yediler mi, yemediler mi Allah bilir, ancak kutsal kitabın âyetlerinin yazılı olduğu hurma yapraklarına bile musallat oldukları konuşulur 1500 yıldır.
25 Mart 2009 tarihinden bu yana da helikopter parçalarını yedikleri görülmüştür, Türkiye’nin KahramanMaraş ilinin, Göksun İlçesinin, Keş Dağının, Kanlıçukur Mevkiinde gerçekleşmiştir bu olay. 1500 sene evvelinin rivâyetlerinin doğruluğunu yalnız Allah bilir, lâkin düşen bir helikopterin parçalarını yedikleri hâdise ve bu hâdisenin acıları hafızalarımızda henüz taptâzedir.
Güzel hâtıralarımızı, temiz hayallerimizi birkaç “keçi”nin merhâmetine bırakan “Devlet”in ise inandığı bir Tanrı var ise eğer, mahşer gününe kalmadan, hesabını görsündür…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi