Böyle devam edemez..etmemeli…
17 Aralık’ta kırılan testinin iki ayrı ucundan da pislik taştı...
Sebebi her ne olursa olsun, 17 Aralık yolsuzluk testisinin kırılması, ‘bu ülke’de yolsuzluk yapanların her türlü kimlikten azâde tutulması gerektiği gerçeğiyle yüzleşmesini bugün olmasa bile yarınlarda sağlayacak…
Devlet malını, devlet bütçesini yolsuzluklarla hortumlayanların laik, liberal, muhafazakâr veya dindar kesimden olması suçun ve ahlâksızlığın niteliğini değiştirmiyor.
Haram haram olmaktan, hırsızlık hırsızlık olmaktan çıkmıyor…
17 Aralık döneminin Başbakanı, “Yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım; devletin kasası soyuluyor mu soyulmuyor mu?" diyerek, yolsuzluk kavramını yeniden yazmaya çalışsa da, lûgatlerde yolsuzluk yine hırsızlık olarak yazılacaktır.
17 Aralık döneminin muvazzaf fıkıhçısı Hayrettin Karaman yolsuzluklara fetvâ verse de, “Yolsuzluğa hırsızlık demenin hem seküler kanun hem de İslam ceza hukukuna göre hata, yalan ve iftiradır, elbette yolsuzluk da ayıptır, günahtır ve suçtur, ama bu suç hırsızlık suçu değildir” dese de yolsuzluk yine beyt’ül mala dadanmak ve yetimin hakkını yemek olarak kalacaktır mü’min vicdanlarda.
17 Aralık döneminin muvazzaf köşe yazarları, yolsuzlukları “Kabataş’ta başörtülü bacımıza saldırdılar, yerlerde sürüklediler, üzerine bevl ettiler, cinsel tâcizde bulundular” gibi ahlâkın iflâs ettiği yalanlarla örtmeye çalışsalar da, yolsuzlukların büyüklüğü tüm perdeleri ortadan kaldıracaktır…
17 Aralık döneminin muvazzaf Diyânet İşleri Başkanı, ‘Bakara-makara’kepâzeliği karşısında sussa da, Peygamber’e kibir atfeden Bakanın arkasında, “Bu kişi Peygambere saygılı bir insan” diyerek dursa da, Cuma hutbelerinde sosyal medyadaki yolsuzluk paylaşımları hakkında, “Dedikodu, yalan, iftira, gıybet gibi kötü sözlerle dilini zehirli bir ok haline getirenler, bunun bir hesabının olacağını düşünmezler mi?” diye sorsa da, asıl büyük soru mahşerde kendisine sorulacak ve “Haksızlık karşısında neden susan dil oldun?” denecektir kendisine.
Böyle devam edemez… Böyle devam etmemeli…
Bu ülke iç iktidar savaşlarına ve siyaset dışı kurumların devleti ele geçirme savaşına kurban edilemez, edilmemeli.
‘Oslo mutabakatı’ denilen ‘ihânet anlaşması’ derhal millete açıklanmalıdır.
‘Açılım ve barış’adı altında sürdürülen ‘bölünme’ politikalarına derhal son verilmeli, ülkenin her karış toprağında devlet hâkimiyeti ne pahasına olursa sağlanmalıdır.
Her türlü yobazlıktan arındırılmış bir laiklik bu ülkenin sosyal barışının teminâtıdır. Kemalizm yobazlığından kaçarken, mezhep taassubuna ve iptidâi köylü İslâm’ın sevgiden ve toleranstan uzak despotluğuna savrulan Türkiye, şekilden ibâret ve şekle hapsolmuş dindarlık modelinden ve dahi din ve dinî değerler merkezli siyâsetten kurtulmalıdır. Sokak gösterilerinde hayatını kaybeden insanları bile mezheplerine göre ayıran bir devletin sosyal yapısının nereye gittiğini merak edenlerin, dünyanın kan çanağı Ortadoğu’ya bir bakması kâfidir.
Devlet köklü değişiklikleri kendi içinde gerçekleştirmelidir. Siyaset dışı hiç ama bir kurumla iş tutmamalıdır. Siyaset dışı hiç bir kuruma ayrıcalıklı davranmamalıdır. Aksi taktirde o kurumların kendilerini devlet yerine koymalarına engel olunamaz. Kendilerini devlet yerine koyduklarında ise ülkeyi bekleyen ancak felaket olacaktır.
Devletin merkezde tutacağı, siyâsî partilerin merkezde tutacağı bir tek değer vardır:
Adâlet, herkes için adâlet…
Adâletin olmadığı yerde hukuk yoktur, adâletin olmadığı yerde din de yoktur.
Dinin, devletin, hukukun ve sosyal barışın tek dibâcesi adâlettir ve din de, devlet de, hukuk da, sosyal barış ta adâlet denilen dibâce üzerinde yükselebilir.
Gerisi kişisel özgürlükler alanına giren teferruatlar manzumesidir.
Köylü İslâm’ın siyasallaşmış iktidarı AKP’nin ülkeyi götürdüğü yer tam olarak bir iç savaştır.
Despotluk bu iktidarın dinî anlayışından kaynaklanmaktadır.
Hakikati kendi anlayışından menkûl zanneden bu köylü ve kurnaz zihniyet, müteahhitlerindevletten aldıkları işler karşılığında kendilerine veya kendi vakıflarına verdiği servet değerindeki paraları ‘yolsuzluk ve hırsızlık’ olarak değil, bir ‘meşrû hak ediş’ olarak nasıl görüyorsa ve nasıl bu konuda fetvâ yazıları yazdırıyorsa, polisin silahından çıkan mermiyle ölen bir genci mezhebinden dolayı aynı zihnî sakatlıkları sebebiyle önemsemiyor.
Adâleti, yalnızca kendi zihinlerindeki marazî telâkkîleriyle anlayan ve bunu da herkese dayatan bu iktidar bu ülkenin sonunu hazırlıyor.
Geriye ise oluk olukkardeş kanının aktığı, her karış toprağından bir başka kabilenin çekiştirdiği bir coğrafya kalacaktır.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi