Âh…
Yanmaktır derlerdi aşkın tek çâresi…
Oysa donmakmış aşk, yan yana iki ağacın dibinde, yan yana iki can yüzleri birbirlerine dönük donmakmış aşk…
“Âh! Ateşin kelime hâli. Âh! Bir yangın kelimesi” diyor Nazan Bekiroğlu…
Oysa “âh” donmanın kelime hâliymiş, “âh” bir buzdan geceler kelimesi; arkalarında bir tâ’zîm ve temennâ cemaati gibi donmuş memleket ormanlarının iki ağacının dibinde…
“Biri birisine seni seviyorum dediğinde, fikrimce gök titrerdi” diyor müellife, hayır, hayır öyle değilmiş, bir gece nöbetinde yan yana uzanmış, biri birisine değil, ikisi de bir millete “donuyoruz” dediğinde titremeliymiş gökler, tiremeli ve başımıza geçmeliymiş gökler…
Enver’in askerlerinden tam yüz dört yıl sonra Tunceli’de, bir elimize güneşi verseler değişmeyeceğimiz Türklüğümüzün, bir elimize ayı verseler değişmeyeceğimiz Türkçülüğümüzün iki evlâdı vatan nöbetine saf tutmuş, dizlerini karınlarına çekip, yüzlerini birbirine dönmüş bir müeddep, bir derin şehâdet uykusuna dalmış…
Nöbetlerin en soylusuna, uykuların en mukaddesine dalmışlar ve şehâdetin en güzînine ermişler…
İşte Türkçülük tam olarak budur efendiler!
Yurdunun ormanlarında, iki ağacın altında vatan nöbetinde şehitik uykusuna dalmak ve vatanın zemherîsinde donmak, dibinde uzandıkları o iki ağacı, dibinde uzandıkları o ormanı, uğruna buzdan gecelerinde dondukları ülkelerini ebediyete kadar Türk’ün vatanı kılmaktır Türkçülük…
İşte Türkçülük tam olarak budur efendiler!
Sizler, sizler siyâsetin en çirkin vasatında birbrinizi yerken, sizler ulaşılmaz derecede güvenlikli, konforlu, şâşâlı, mutantan, görkemli ve en önemlisi “sıcak” makamlarınızdan birbirinize hakaretler yağdırırken, sizler siyasetin en çirkin vasatında kürsülerinizden küçük ya da büyük iktidarınızı tahkim etme gayretine tutuşmuşken, sizler siyâsetin en çirkin vasatında sutre gerilerinde hesaplar, pazarlıklar yaparken, sizler siyâsetin en çirkin vasatında o davet senin, bu davet benim gezerken ve birbirinize saldırırken, sizler saraylarınızda sımsıcak gecelerde rahat uyurken, iki ağacın dibinde kimsesiz, korumasız ve “buzdan geceler”de “ölüm”ün koynuna girmektir Türkçülük…
İşte Türkçülük tam olarak budur efendiler!
“Sarıkamış’ı unuttunuz, bizi görüp de hatırlayın, bizi görüp de utanın diyen” bir müeddep ölüme uzanış ve arkalarında siyah-beyaz bir destan fotoğrafı bırakmaktır Türkçülük…
“Günâh âh'la kâfiyelidir. O da siyâh'la, simsiyâh'la, Vâh'la, eyvâh'la. Lakin hepsi de Allah'la. Âh'tır kafiyelerin en güzeli” diyen müellife ne kadar da haklı!
Tunceli’de donarak şehit olan iki askerimiz, iki evlâdımız hepimizin günâhıdır, hepimizin siyâhıdır, simsiyâhıdır, hepimizin vâhıdır, eyvâhıdır…
Artık başlarına Kâbe’yi diksek ne faydadır!
Ateş ile buz…
Koynuna iki evlâdı sığdıran buzdan gece, yalnızca bir tek geceydi…
Oysa şimdi iki ananın, oysa şimdi iki babanın kalbine düşen ateş kaç gece yanacak, kaç gece kavuracak o iki ananın, o iki babanın kalbini o ateş, kim bilir?
Âh Allah ile kâfiyelidir, Allah bilir!..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi