

Afrodit mi, TOKİ mi,
Alinur Aktaş mı, Mustafa Bozbey mi?
Rivayet odur ki, güzellik Tanrısı kucağında bir sepet ile dünyaya güzellik dağıtmak için yola çıkmış. Yolu Uludağ eteklerine geldiğinde ayağı Uludağ’a takılıp düşmüş ve kucağında taşıdığı sepetin içinde ne kadar güzellik var ise Bursa’ya saçılmış…
İşte, MÖ 6000 yılından bu yana insanların yaşadığı Bursa böylesi bir güzelliğin şehriydi…
İşte, Evliya Çelebi’nin, “Diri ve kâdir olan Tanrı’nın nazargâhı” dediği Bursa böylesi bir güzelliğin şehriydi…
İşte, Yakup Kadri’nin, “Ölüm yalnızca burada korkunç değildir. Ey kararsız gönül, dakikalara dur diyebileceğimiz yer burasıdır” dediği Bursa böylesi bir güzelliğin şehriydi…
İşte, ‘Bursa’da Zaman’ şiirinin şairi Tanpınar’ın, “Cedlerimiz inşa etmiyor, ibadet ediyorlardı. Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı. Taş, ellerinde canlanıyor, bir ruh parçası kesiliyordu. Duvar, kubbe, kemer, mihrap, çini hepsi Yeşil'de dua eder. Muradiye'de düşünür. Yıldırım'da harekete hazır, göklerin derinliğine susamış bir kartal hamlesiyle ovanın üstünde bekler.” dediği Bursa böylesi bir güzelliğin şehriydi.
İşte, çocukluğunu Bursa’da yaşamış bilge mimarımız Turgut Cansever’in, “Narinliğin yanında vakarın ve yüceliğin her köşesinde yaşandığı bir şehirdi” dediği Bursa böylesi bir güzelliğin şehriydi…
İnsanlığın tecrübesinde bir Dubrovnik dururken, bir Prag dururken ve benzeri pek çok örnek dururken, bu örnekler bizim siyasî iradeyi temsil eden ve adına iktidar dediğimiz gücün ve bu gücün uygulayıcısı olan bürokrasinin gözüne çarpmadı yıllardır, görmediler, görmemekte ısrar ettiler…
Olan şehirlerimize oldu…
Olan Bursa’ya oldu…
Ve o ‘ruhaniyetli şehir’ Bursa’nın medeniyete dair taşıdığı izler şehrin ve Bursalıların hayatından kayboldu, şehrin rengi değişti, yeşildi gri oldu, şehrin silueti değişti, huzurdu kaos oldu…
Son yıllarda güzellik Tanrısının yerini TOKİ isimli politik Tanrı aldı…
Doğanbey TOKİ projesi ile Bursa’nın kalbine zehirli bir hançer gibi saplandı…
Bursa’nın verimli ovasına kentsel dönüşüm adı altında zehirli bir hançer gibi saplandı…
Bugün evet bugün sabah şahit oldum ki, Gündoğdu yolundaki çam ormanları kesiliyor…
Ve önümüzde bir yerel seçim var, Pazar günü oylarımızla bir karar vereceğiz.
Vereceğimiz bu karar, ya Bursa’nın nefessiz kalmasına, Bursa’nın tarihsiz kalmasına, Bursa’nın ovasız kalmasına, Bursa’nın topraksız kalmasına, Bursa’nın susuz kalmasına, Bursa’nın sanatsız kalmasına, Bursa’nın yeşilsiz kalmasına ve Bursa’nın ruhaniyetsiz kalmasına sebep olacak…
Ya da vereceğimiz karar, Bursa’da kaybettiğimiz tüm değerlerimizin korunmasını ve tedricen de olsa, usul usul da olsa, yeniden şehrin ve bizim hayatımıza dahil olmasını sağlayacak…
Sorumluluğumuz büyük…
Vereceğimiz karar, ya şehri tatmin olmaz, doymak nedir bilmez bir iştah ile bir rant alanı olarak gören belediyecilik anlayışının devamı olacak ya da tabiatıyla, tarihiyle ve hayvanatı ve dahi nebatatıyla şehri ve içinde yaşayan insanları bir emanet olarak idrak edip o emaneti kendinden sonraki nesillere bırakacak olmanın sorumluluğuyla vazife gören ve hizmeti hızlı ve adaletli bir şekilde dağıtan bir belediyeciliğin başlangıcı olacak…
Bursa adına kaybettiklerimize üzgünüz…
Fakat kaybetmememiz gerekenler adına sorumluluk sahibiyiz…
Bu sorumlulukla karar vereceğiz pazar günü ve Bursa şehir eminini seçeceğiz…
On yedi yıllık iktidarın şehir eminliğinden hiç emin olmadık, olamadık…
Şimdi bir tercihle karşı karşıyayız…
Her türlü siyasi mülahazadan bağımsız, partisinden ve ittifakından da bağımsız olarak ifade ediyorum ki, ya mevcut durumun devamından yana olacağız ya da tertemiz, huzurlu, güvenli ve neşeli bir Nilüfer’in 20 yıldır belediye başkanlığını yapan ve artık Bursa’yı yönetmeye talip olan Mustafa Bozbey’den yana olacağız ve Bursa’yı Mustafa Bozbey’e emanet edeceğiz…
“Gülümseyin, Nilüfer’desiniz…” diyordu ya Mustafa Bozbey…
“Gülümseyin, Bursa’dasınız…” diyebilmek için Pazar günü Mustafa Bozbey diyeceğiz…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi