Kabul edin artık, siz kendinize yenildiniz…
Bir seçim yaşandı ve kaybettiniz, aldığınız yüzde bilmem kaç oya rağmen, aldığınız bilmem kaç tane belediyeye rağmen siz kaybettiniz…
Yaptığınız bütün itirazlar, bürokrasi üzerinde kurduğunuz tüm baskılar yenilginizin ağırlığından…
Siz kaybettiniz ve sizinle birlikte sürdürmeye çalıştığınız düzen kaybetti…
Yapmadığınız ne kaldı bilmiyorum, lâkin artık mızrakların ucuna Kur’an sahifelerini takarak bir Cuma çıkışında sokaklarda da yürüseniz kaybettiniz, söylediğiniz her söz artık, “Bâtılın kast edildiği hak sözler” olacaktır…
Siz, aslında yüzde bilmem kaç oy ve belediyeleri kaybettiğinizi sanıyorsunuz, en büyük yanılgınız da bu!..
Şimdi biraz geriye dönün ve yine bir Mart ayında, 1994 yılında yapılan mahallî seçimlere bir bakın, kazandığınız oylara, belediyelere bir bakın. Daha da önemlisi o döneme ait fotoğraflarınıza bakın ve kurduğunuz cümleleri tekrar okuyun. Nereden nereye geldiğinizi anlamak isterseniz eski albümlerinizi karıştırın, onlara bakın. O yıllarda oturduğunuz evleri hatırlayın. Başörtüsü yasaklarına karşı kilometrelerce uzunlukta el ele tutuşarak oluşturduğunuz demokrasi zincirlerindeki fotoğraflarınıza bakın, emin olun kendinizi tanımakta zorlanacaksınız…
Siz kaybettiniz, sizi kendi hikâyeniz yendi, siz kendi hikâyenizin altında kaldınız…
Çünkü sizin hikâyeniz ‘Mekkeli bir yetimin’ hikâyesinden ilham alıyordu, siz Mekkeli o yetimi unuttunuz. Siz, O ‘Mekkeli yetim’in altına bir şilte serildiğinde, “Benim dünya ile ne işim olabilir!’ diyerek reddettiği şiltenin altında kaldınız...
Sizi Ömer’in hususî hayatında kullanmadığı devletin mumunun alevleri yaktı, siz o mumun alevleri altında kaldınız…
Çok beğendiği Şam işi bir kilimi Aişe’nin evinde gördüğünde, “Korkarım ki müminleri bu dünya merakı yakacak” diyen Ömer’in hassasiyetini unuttunuz, siz o kilimin altında kaldınız…
Siz, bir gayrimüslimin arazisi için Şam Valisi’ne “Camiyi yık, adaleti yıkma” diyen Ömer’in adaletinin altında kaldınız…
Siz, başörtüsü mücadelesini kazandınız, ama tesettürün hikmetinin, tesettürün haysiyetinin, tesettürün ahlâkının ve tesettürün hicâbının altında kaldınız…
Siz, iktidara geldiğinizde demokrasi mücadelesini kazandınız, ama demokrasinin ruhunu, demokrasinin herkes için olması gerektiği gerçeğini, demokrasinin kültürünü, demokrasinin her şeyden ve sizin gibi düşünmeyenler ve sizin gibi yaşamayanlar için bir garanti olduğu hakikatini kaybettiniz, siz demokrasiye yenildiniz…
Siz, bir meclise teşrif ettiğinde ayağa kalkılmasını yasaklayan o ‘Mekkeli yetim’in tevâzuunu unuttunuz, “Beni Hristiyanların İsa’yı övdüğü gibi övmeyin” diyen o ‘Mekkeli yetim’in tevâzuunu unuttunuz, siz kibrinize yenildiniz…
Siz, sahip olduğu tüm servetini bağışlayan Ebû Bekir’in kızının, “Bize ne bıraktın?” diye sorduğu soruya, “Allah’ı ve Resûlünü bıraktım, yetmez mi?” diye cevaplayan Ebû Bekir’in cömertliğini unuttunuz, siz kaybettiğiniz yetinme duygunuza yenildiniz…
Siz, “Dağlara buğdaylar serpin, Müslüman ülkesinde kuşlar aç kaldı demesinler” diyen, “Fırat’ın kıyısında kurdun kaptığı koyundan mesulüm” diyen Ömer’i unuttunuz, dağıtan değil, biriktiren vakıflar kurdunuz, dağıtan değil, zenginleşen vakıflar kurdunuz, dağıtan değil, komisyon alan vakıflar kurdunuz. Siz mizanı unuttunuz, siz hileli tartan terâzinize yenildiniz…
Ve siz…
Haksızlığa mâruz kaldığınızda haykıran sizler, başkalarına yapılan haksızlıklar karşısında hep sustunuz, “Haksızlık karşısında suskun kalan şeytandır” sözünün hikmetini unuttunuz, siz hikmetsizliğinize yenildiniz…
Şimdi feverân ediyorsunuz…
Ne için?
Yüzde bilme kaç oy için, kaybettiğiniz belediyeler için…
Siz aslında neleri kaybettiğinizin farkında değilsiniz…
Siz ölçünüzü kaybettiniz, siz adalet duygunuzu kaybettiniz…
Siz, hikâyenizi kaybettiniz…
Oturun asıl bu kaybettiklerinize ağlayın…
Siz kaybettiniz… Kaybetmekle kalmadınız, savunduğunuz tüm değerleri de yıprattınız…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi