Aynı noktadayız, Türkiye’nin yeni Kızılelması’nın adı tam demokrasidir.
Kendi hikâyelerini kendileri tüketen, “itibardan tasarruf olmaz” diyerek kendi itibarlarını bir mirasyedi sorumsuzluğuyla harcayan, “Müslüman her şeyin en iyisine lâyıktır” cümlesinden hareketle, ‘kanaat etmek’ gibi bizim en önemli kültür kodlarımızdan birini doymak bilemeyen hırs ve iştaha kurban eden, hukukun üstünlüğünün yerine iktidarın üstünlüğünü hukuk haline getiren, bilgiyi hamasete yem eden, liyâkati akrabalığın ve yandaşlığın içine hapseden AKP iktidarının son yerel seçimlerde yaşadığı başarısızlığın ya da muhalefetin(özellikle Kılıçdaroğlu’nun isabetli politikalarının başarısının) ardından gerek iktidar kanadından gerekse iktidar dışarıdan aleni eleştiriler yağmur gibi yağmaya başladı. İşin traji-komik tarafı, bu eleştirilerin “Biz söylemiştik” cümleleriyle başlaması…
On yedi yıldır susan, elini ya da sözünü taşın altına koymaya cesaret edemeyen, konforlu ve korunaklı pozisyonlarında olan biteni sadece izleyen, hiçbir yanlış, hiçbir adaletsizlik, hiçbir hukuksuzluk ve hiçbir haksızlık karşısında tavır almayan, söz söylemeyen ve risk alanlarında bulunmayan bir kadro şimdilerde mangalda kül bırakmıyor… Mangalda kül bırakmadıkları gibi Türkiye’nin geleceğini yönetmeye, afili cümlelerle, tumturaklı sözlerle ümit kapısı olmaya talipler…
Geride bıraktığımız on yedi yıl içinde her ne olduysa tamamından sorumlu isimler ve etrafındaki kadrolar hiçbir özeleştiri yapmadan, hiçbir hatayı üstlenmeden kapalı kapılar ardında söyledikleri üç-beş cümle ile tüm sorumluluğu ve vebâli omuzlarından atıyorlar…
Evvelâ bir ‘tövbe manifestosu’ yayınlamak zorunda olanlar, yeni Türkiye projeksiyonları yayınlıyorlar…
Bunların içinde en fazla gündem oluşturan mevcut iktidarın uzun yıllar ekonomisini yürüten Ali Babacan ve yine mevcut iktidarın dış politikasını yürüten Ahmet Davutoğlu…
Ali Babacan’ın resmî twitter hesabında 20 Haziran 2015 tarihinden bu yana bir hareketlilik yok, twit atmamış, yani tam dört yıldır hiçbir konuda görüş paylaşmamış…
Geride bıraktığımız dört yıl içinde Babacan için görüş bildirecek değerde bir şey olmamış Türkiye’de!..
Oysa öyle mi?
Dağlıca’da 16 askerimiz, Iğdır’da 13 polisimiz şehit oldu, Aziz Sancar Nobel ödülü aldı, Aylan bebeğin cansız bedeni karaya vurdu, Ankara’daki bombalı saldırıda 103 vatandaşımız hayatını kaybetti, mülteci sayısı milyonlara ulaştı, hava sahamızda Rus jeti düşürüldü, Demirel hayatını kaybetti, Avrupa Parlamentosu ‘soykırım tasarısı’nı kabul etti, Dolmabahçe Mutabakatı yapıldı, Fırat Çakıroğlu üniversite içinde katledildi, Beşiktaş’ta çifte bomba patladı 45 kişi hayatını kaybetti, Kılıçdaroğlu ‘adalet yürüyüşü’nü başlattı, 16 yaşındaki lise öğrencisi Eren Bülbül PKK tarafından şehit edildi, Belediye başkanları görevlerinden alındı, Afrin’e operasyon yapıldı ve girildi, seçimler yapıldı, referandumlar yapıldı, başkanlık sistemine geçildi…
Geride bıraktığımız dört yıl içinde bu ve buna benzer çok şey oldu. Bütün bunlar arasında her şeyi ıskalayabiliriz, görmezden gelebiliriz, yok sayabiliriz, unutabiliriz. Fakat 15 Temmuz darbe teşebbüsü gibi bir ihanet hakkında bile tek kelime etmemiş bir siyasetçi var bugün karşımızda ve bu isim Türkiye’yi yönetmeye talip…
Olur mu, olur!
Şaşırma duygusu bu denli zayıflamış bir toplumda kim şaşırır buna?
Hiç kimse şaşırmaz…
Çünkü siyaset tabandan tavana yapılanmıyor bizim ülkemizde. Tavanda dizayn ediliyor, tabana ise kabullenmek kalıyor. Kırk katır mı, kırk satır mı çelişkisinden kurtulamıyor ülke!
Yine bir başka sağcılık hikâyesi hazırlanıyor, yine bir başka sağcılık projeksiyonu pişirilip milletin önüne konuyor. Türkiye’deki 65-35 dengesi adeta dogma gibi ve aşılamıyor ve aşılamadığı için de vıcık vıcık bir sağcılığa mahkûm oluyor ülkemiz.
PKK’yı terör örgütü olarak tanımlayan, FETÖ’yü terör örgütü olarak tanımlayan, terörle arasında aşılamaz çizgiler çeken, sosyal adaleti siyasetinin dibâcesi yapan, liyakati esas alan, millî değerler, millî duygular ve millî hisler ile barışık, Türkiye’deki kurucu patronajın Türklük olduğundan rahatsızlık duymayan ve bu rahatlıkla etnik siyasete kapalı bir millî sol siyasete ihtiyaç her geçen gün artıyor…
Varsın karizması olmasın, sade ama donanımlı, gösterişsiz ve mütevâzı, müsrif değil tutumlu, ahlâklı eleştiriye ve mizaha alabildiğine açık, yakın çevresini iki büklüm eğilenlerden değil, tenkit edenlerden seçebilecek kadar özgüvenli, siyâsî rakipleriyle istişare edebilecek kadar komplekssiz ve tabii demokrasiyi bir yönetim biçimi olmaktan ziyade problemleri çözme biçimi olarak kabul etmiş liderlere ihtiyaç her geçen gün artıyor…
Yoksa sağ siyasetin, matruşka bebekleri gibi yalnızca ismi değişik ama dünya görüşleri ve siyaset etme biçimleri birbirinin aynısı olan liderlerle ülke olarak patinaj yapmaktan kurtulamayacağız…
Ümit en son terk olunan şeydir.
Mart 2018’de yazmıştık, “Türkiye'nin yeni Kızılelma'sının adı tam demokrasidir...”
Aynı noktadayız…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi