‘Kim var imiş biz burada yoğ iken…”
Her Şey Milliyetçi Türkiye İçin / Muhittin Çolak
Karantina ve sokağa çıkma yasakları günlerinde pek tabii olarak okumalarımız da artıp çeşitlendi. Mutfak, balkon ve salona bıraktığım kitaplar evin içindeki mecburî kısa gezintilerde okundu zaman zaman. Kütüphânemin yanı başında artık kolçakları eskimeye yüz tutan berjer koltuğumda günün ilk ışıklarını gördüğümüz ve artık sahneyi bahara serenat yapan kuş seslerinin aldığı vakte kadar kitapların içine düştük. Tanıl Bora’nın ‘Cereyanlar, Türkiye’de Siyasî İdeolojiler’ isimli kallâvî kitabını devirdik. 27 Mayıs İhtilâli’ne dair kıyıda köşede kalmış birkaç hâtıratı, Zafer Toprak’ın ‘Türkiye’de Millî İktisat’ ve ‘İttihat Terakkî / Cihan Harbi’ isimli kitapları korona günlerinden kâr hânemize düşen okumalar olarak kaldı.
Karantina günlerinin modasına uyarak kütüphânemizin önünde, arkamızı Tarih-i Cevdet’in, Kamus’ul Alâm’ın ya da İstanbul Ansiklopedisi’nin gösterişli cilterine yaslayarak şöyle afili bir fotoğraf çekinip sosyal medyada ifşâ etmedik kendimizi ama okumaların arasına bir de Troçki belgeselini izlemeyi sığdırıp, Cemal Kafadar’ın muhteşem bir giriş yazısıyla başladığı ‘Kim var imiş biz burada yoğ iken’ isimli kitabına iltica edince Karac’oğlan dörtlüklerinin içinde bulduk kendimizi.
“Karac’oğlan der ki bakın olana
Ömrümün yarısı gitti talana
Sual eylen bizden evvel gidene
Kim var imiş biz burada yoğ iken”
Yeşil kadife kaplı berjerimde, ayaklarımı da pufa uzatmış hâlde elimde bir kurşunkalemle habire çizerken Cemal Kafadar’ın cümlelerinin altını, hâşiyeler düşerken sahife kenarlarına en güzel elden ikram edilmiş Türk kahvelerimizi yudumlayıp kafein depoladık bir yandan.
‘Kim var imiş biz burada yoğ iken’ mısraını defalarca kıraat eylerken ve dahi gözüm bir yandan hemen yanı başımda duran ve bir zamandır okunmayı bekleyen Muhittin Çolak Ağabey’in, ‘Her Şey Milliyetçi Türkiye İçin’ isimli kitabının kapağındaki maviliklere ve siyah-beyaz fotoğrafa dalmışken, Cemal Kafadar’a bir süreliğine veda kararı verdim.
Muhittin Çolak Ağabey’in anılarını okumaya başlayınca anladım, ‘Kim var imiş biz burada yoğ iken’ mısraına zihnimin takılı kalmasının sebebini…
Meğer ‘Biz orada yoğ iken’ Muhittin Çolak ve bir avuç ideailst Türk milliyetçisi var imiş orada…
Meğer ‘Biz orada yoğ iken’ bir avuç ülkücü var imiş orada...
Meğer ‘Biz orada yoğ iken’ Muhittin Çolak Ağabey’in anılarının içine bir görkemli türbe inşâ ederek defnettiği ülkücü şehitler var imiş orada…
Ve o mısraa bağlanışımın sebebi, bir yandan göz ucuyla ‘Her şey milliyetçi Türkiye için’ kitabının maviliklerine ve o maviliklerin üzerindeki siyah-beyaz fortografa bakıp Karac’oğlan mısraı ve mavilikler arasında kavi bir bağ kurmam imiş…
Muhittin Çolak Ağabey’i şahsî bilgiler verip takdim etmem haddi aşmak olacak, eh almışızdır kurs ve görmüşüzdür ülkücü terbiye, biz de haddimizi aşmayacağız, çünkü Muhittin Çolak Ağabey, nâm-ı diğer ‘Rüzgârın Oğlu’, hayatı, mücadelesi ve yayımladığı hatırâtıyla okuyucunun karşısında dimdik durmuş zaten. Nâm-ı diğeri olan ‘Rüzgârın Oğlu’ için kendisi, “O günden gerû lâkabımız olarak kaldı…” dese de, bendeniz lâkap diyemeyeceğim, çünkü bizzat Dündar Taşer’in verdiği bir unvan olarak(sf.484) yaşamış ve yaşamakta isminin önünde...
Aslında yakın dönem hâtırat kitapları arasında bizim camiadan yayımlanmış kitaplara rastlamıyoruz. Günlük tutmak genel olarak toplumsal bir alışkanlığımız değil, yalnızca bizim değil Doğu’nun eksikliği olarak bir realite bu.
Uzun yıllar evvel bir gün Gâlip Ağabey’e, “Hatıralarını niçin yazmıyorsun Ağabey, neden meçhule bırakıyorsun yaşadıklarını?” deyû sual etdiğimde, gözlüklerinin üzerinden o meşhur muzip tebessümüyle cevap vermişti, “Biz yazmadık, siz bizim yaşlarımıza geldiğinizde yazar ve meçhule bırakmazsınız.” demişti. Şimdi biz o soruyu sorduğumuz yaşlardayız, biz de yazamadık. Muhittin Çolak Ağabey bu çemberi yarmış ve uzun bir dönemin oldukça detaylı hatıralarını kaleme almış, üstelik temiz bir dil ve samimi bir üslûp ile.
ol kültürün 12 Eylül’den bu yana kitapçı raflarını dolduran yüzlerce hatırat kitabı ve nehir söyleşiler kategorisinde yayımladıkları çok ciddi sayıda kitap var. Dev-Yol’un merkez komite üyelerinin hemen tamamıyla yapılan nehir söyleşiler ciddi bir arşiv niteliğinde. Bizim camiadan yayımlananlar ise genel olarak cezaevi hatıralarından ibaret kaldı, içinde Türk milliyetçiliği hareketinin fikrî seyrine dair hiçbir tahlil ve sorulama içermeyen cezaevi hatıralarından. Oysa hatıralarını yazması gereken o kadar çok insan var ki! Bu demde yine Erdem Şenocak’ın hakkında yazdığım ‘Şafağa Selam Duranlar’ kitabını da istisnâÎ güzel bir çalışma olarak anmalıyım.
Muhittin Çolak Ağabey 68’ kuşağının bir ferdi olarak 1965 yılından itibaren 12 Eylül 1980 Darbesi’ne kadar yaşadıklarını, şahitliklerini, tanıdıklarını, tanıdığını sandıklarını, tanıyamadıklarını, tahlillerini, fikrî serüvenini, karanlıklar içinde seçebildiklerini, mücadelenin gri alanlarına dair şahitlik ve öngörülerini, ülkücü teşkilatların kuruluşlarını, bir dönüm noktası olarak kabul edilen 1969 kongresi öncesi ve sonrasını, teşkilat içinde biriken ve zaman zaman açığa çıkan gerginlikleri, ekipçilikleri, unutulmaması gereken vefalı dostlarını ve dâvâ arkadaşlarını, Celâl Bayar ile yaptığı görüşmeleri, zamanın meclis başkanı Adalet Partili Sabit Osman Avcı ve eşleri Zeliha Avcı Hanımefendi ile kurduğu dostlukları, dönemin merkez sağı konumundaki Adalet Partisi’nin MHP ve ülkücü gençlik üzerindeki hesaplarını ve Türk siyasetinin vazgeçilmez gündemi olan seçim ittifakları görüşmelerini, bu ittifaklara MHP içerisinden teşne olanların alttan alta yürüttüğü kulisleri, İttihat ve Terakkî’den tevârüs ettiğimiz ve ezelî hastalığımız olan komitacılıkları ve bu komitacılıkların zaman zaman harekete maliyetini ve daha pek çok hatırasını duru hafızası ile tarihin kayıtlarına düşmüş…
Kitabın ideolojik muhtevasına, samimi ve heyecan verici hatıralarına gömülmeden bir hususu daha not düşmeliyim muhakkak.
Doğmadan Satılmış Bebek’ başlığıyla giriş yaptığı kitabındaki ilk cümlesi şu:
“Benim adım Muhittin. Muhittin adı İskilip için çok özeldir…”
Daha ilk cümledeki sıcaklıkla okuyucuyu sarıyor ve kitabın içine çekiyor. On dört sahife boyunca İskilip’e dair tarihî, coğrafî, kültürel bilgi ve gözlemlerini aktarıyor. Mahalle kültüründen çok güzel örnekler veriyor. İsminin konulmasını tahkiye ediyor ve bunun İskilip için ne denli köklü ve yaygın bir gelenek olduğunu anlatıyor. Çay kenarındaki doğduğu evi anlatırken kullandığı dış duvarlar, avlu, iç ev, kiler, yüklük gibi tabirler ve kavramlar aslında klasik Türk evinin yapısal ve fonksiyonel özellikleri. 1951 yılındaki büyük sel felâketini anlattığı satırlarda acısını hâlâ hissettiğini anlıyorsunuz. Yirmi kişinin hayatını kaybettiği sel felâketine yakılan ‘İskilip üzerinde kara bulutlar’ türküsünü arşivlerden bulup dinledim, uzun hava formundaki acı türkünün sözleri, ‘Ana ben gidiyom da sen beni unut’ diye devam ediyor ve Muhittin Çolak sahifeler boyunca adeta çocukluğunun İskilipini ve İskilip’teki sosyal hayatı gözlerinizin önüne seriyor. ‘Eczane’ kelimesinin telâffuzuyla olan imtihanı ise gayet çetin bir imtihan Muhittin Çolak’ın, sanıyorum ‘eczane’ kelimesinin telâffuzundan çektiğini sıcak mücadelenin içinde komünistlerden çekmemiştir(sf.9).
Yeni nesillerin tabiriyle daha fazla spoiller, bizim tabirimizle daha fazla tüyo vermeden bu bahsi son erdirip hatırata geri dönelim…
1965 ile 1980 arasında cayır cayır yanan Türkiye’de, hep ateşe yakın olmuş, zaman zaman ateşin içine düşmüş bir isim olarak başta Başbuğ Alparslan Türkeş olmak üzere, merhum Dündar Taşer ve muhterem ailesi ile olan hukuklarını, mücadelesini ve yaşadıklarını hafızasına hapsetmeyip Türk milliyetçileri ve ülkücüler ile paylaştığı için kendisine müteşekkiriz… Bundan uzun yıllar sonra MHP ve Ülkücü Kuruluşlar ile ilgili araştırma yapacak olan akademisyenler ve araştırmacılar için öncelikli başvuru kaynağı olacaktır ‘Her Şey Milliyetçi Türkiye için’ kitabı.
Şüphesiz ki her hatırat kendi içinde bir sübjektiviteye sahiptir, ‘Her Şey Milliyetçi Türkiye İçin’ kitabı da tabii olarak Muhittin Çolak’a ait bir sübjektivite taşıyor. Fakat kronolojik bir hatırat olarak elimizdeki bu kitap oldukça ciddi bir kayıt defteri olarak geçecektir siyasî tarihimize. Beş yüz on altı sahife boyunca anlatılanların içinden her okuyucu nasibi nispetinde istifade edecektir, yüklediği ya da çıkardığı anlamlar nispetinde. Muhittin Çolak’ın bazen satır aralarında soru sorup cevaplamadığı/cevaplayamadığı anlarda hiç şüphesiz vefa duygusu ya da emanet duygusu ve yazmak arasında bir tercihe zorlandığı çok açık. Zaten hatıratı sübjektif kılan unsurlardan birisi de budur ve okuyucuya düşen bu satırları sorgulamak değil, bu sübjektiviteye saygı duymaktır. Tabii hatıratta ismi geçen ve Muhittin Çolak ile aynı mücadelenin içinde yer almış olanların üzerine bir vazife de yüklüyor bu kitap, kendi hatıralarını ve gözlemlerini, fikirlerini yazmak vazifesi bu; aynı zamanda bir cevap hakkı da…
Şimdi Candan Erçetin’in bir şarkısında söylediği gibi, ‘Ve daha bir sürü şey’ diyelim ve Türk milliyetçiliği, ülkücülük, siyaset, devlet, merkez sağ, komitacılık, teşkilatçılık, yokluklar içinde mücadele, arkadaşlık, dostluk, hummalı seçim faaliyetleri ve heyecanları, acı, hüzün, ölüm haberleri, sorgu, hata, endişe, cenaze, polis, baskı, işkence, kulis, kırgınlık, hayret, ajanlık, kongre, liste, çekişme, küskünlük ve daha bir sürü şey diyerek kitaba dalalım…
68’ kuşağının lise öğretiminde tarihî ayrıcalıkları var, bu ayrıcalıklardan Muhittin Çolal’ın nasibine de Gazi lisesindeki öğretmenleri düşmüş. Tarih öğretmeni Enver Benhan Şapolyo ve Edebiyat öğretmeni ise Necdet Sancar, yani Atsız’ın kardeşi…
Sanırım tüm ülkücülerin başlangıç hikâyesi aynıdır ya da benzerdir. Muhittin Çolak Ağabeyin başlangıç hikâyesi de yine çok sevdiği bir arkadaşı ve kan kardeşi olan merhum Ömer Polat’ın kendisini Demirtepe’deki Türkiye Milliyetçiler Birliği Ankara şubesine yani Ankara ocağına götürmesi ile başlıyor. Üyelik müracaatı ve üye aday adaylığının ardından bir ay sonra üyeliğe kabulü ve okumalara başlangıç. Selçuklu ve Osmanlı tarihi okumaları fakat kendi ifadesiyle, “Ama en çok ilgimizi çeken İttihat ve Terakkî Partisi, Enver Paşa, Cemal Paşa ve Talat Paşa…”
Cihat Özönder ve İskender Kazaz ile birlikte ‘Vatansever Türkçüler Teşkilatı’nı kurmaları, Kur’an, bayrak ve kama üzerine Türk milletine hizmet edeceklerine dair yeminleri. Teşkilat içindeki vazifesi ‘Yasavul’ yani, teşkilatta yanlış yapan, ihanet eden adamların cezalandırılması(sf.25).
31 Temmuz 1965 günü ilk resmî teşkilat görevi Kızılay’daki Büyük sinemada yapılacak olan CKMP Genel Kurultayı’nda milliyetçilerin kazanmasına yardımcı olmak. 21 Mayıs 1963’te Talat Aydemir ile ihtilâle teşebbüs etmekten ordudan atılmış Harbiyeli ağabeylerle tanışma ve bu Harbiyelilerin etrafını sardığı Alparslan Türkeş’in omuzlar üzerinde kongre salonuna girişi ve Alparslan Türkeş ile ilk karşılaşması. Kongre alınmış ve Alparslan Türkeş CKMP Genel Başkanı olmuştu. O gün Muhittin Çolak’ın tarafı da belli oldu, Muhittin Çolak artık Türkeş’in tarafındaydı. Hayatı boyunca ve bugüne değin devam eden bir saf tutmaydı bu, o safı hep düzgün tuttu ve o saftan hiç ayrılmadı(Sf.27).
Kongre sonrası ilk kez eve geç geldiğinde merhum babasının “Neredesin?” sorusuna verdiği cevap aslında galiba yine hepimizin hikâyesinden bir bölüm. Babasının sevineceğini umarak, “Kongredeydim, Milliyetçi bir büyüğümüz Alparslan Türkeş bugün kongre kazandı…” şeklinde cevap verince umduğunu bulamadığını babasının söyledikleriyle hemen anlamıştı, “Oğlum sen ne yaptın? Türkeş Adnan Menderes’in katilidir, Menderes’İ o astırdı…”(sf. 30)
izler Demokrat Partili ailelerin Ülkücü çocuklarıydık…
1965 yılının hemen başlarında Ankara Mithatpaşa caddesinde yine bir düğün salonunda yapılan CKMP Genel Kongresi uzun yıllardır Türk siyasetinde yaşanmayan ve hatta olabilirliği bile bugün fantezi kabul edilecek olan bir şıklığa sahne oluyor. Profesör Doktor Aziz Alpagut bizzat Alparslan Türkeş’in ricasıyla Genel Başkanlığa aday oluyor ve aldığı tek oy, oyunu bizzat açık olarak veren Alparslan Türkeş’in oyu oluyor. Nasıl fantastik değil mi, bu şıklığı ve nezaketi Türk siyaseti ne kadar da derinlere gömmüş değil mi?
Yine o kongrede bir şahitlik de önemli, Alparslan Türkeş yaptığı konuşmada uzun yıllar dillere pelesenk olan ve dillerden düşmeyen, “Ben sizleri sokakta ıspanak fiyatına satılan demokrasiye çağırmıyorum, hak yolu, adalet yolu, kısaca Allah yoluna çağırıyorum…” sözleri de o günün tarihi sözleri olarak kayda geçiyor(sf.58).
Kitabın muhtevasına dair iktibaslara birkaç örnek daha verelim ve son sözü de söyleyip yazımızın sonuna doğru yol alalım artık…
'Sürgün Bitti, Ankara’ya Dönüş' başlığıyla yazılan bir hatıra, gençlik teşkilatlarındaki belki ilk gerginlik ve kırılmalara yol açan bir süreç. Muhittin Çolak’ın anlatımıyla, CKMP Gençlik Kolları mensubu olması sebebiyle görev almadığı Türkiye Milliyetçiler Birliği Ankara Ocağı Gençlik Kolları Başkanlığına Salih Dilek, Ankara Şubesi Başkanlığına da Hasan Basri Öngel getirilmişti. CKMP’nin Genel Merkezi Yüksel Caddesi ve Konur Sokak ile kesiştiği noktadaydı ve yan tarafında da Adalet Partisi Kars milletvekili Azerbaycanlı Cemil Ünal Bey’in başkanlığını yaptığı Türk Kültür Cemiyeti vardı ve bu cemiyetin içinde bir odada da Genç Ülkücüler Teşkilatı bulunuyordu. Muhittin Çolak, İzmir dönüşü Adalet Partililerin Genç Ülkücüler Teşkilatı’nı kendilerine mâl etme çabalarını görünce duruma müdahale etmek ve bunun önüne geçmek gerektiğini düşünerek meseleyi gündeme getirdiğinde en yakın arkadaşı Salih Dilek’in, “Biz bir teşkilatız, partiler üstü kalmamız gerekir.” muhalefetiyle karşılaşır. Aslında bu tartışma, sonraki yıllarda da sanırım her zaman parti tarafının kazandığı derin bir tartışımadır. Hangi tarafın haklı olduğuna dair kurulacak hiçbir cümle hüküm niteliği taşımayacaktır. Bu tartışmanın muhtevası bu yazının konusu değil elbette ve bir tarafa bırakmalıyız. Bizim konumuz bu krizin nasıl çözüldüğüyle alâkalı ve yine sonraki yıllarda pek de şahit olunmayan güzelliler barındırıyor.
Tartışmalar uzayınca Başkan Salih Dilek kendi yönetim kurulunu toplayarak meseleyi kökünden çözmek için Muhittin Çolak’ı Genç Ülkücüler Teşkilatı’ndan ihraç etmek istiyor ve on bir kişilik yönetim kurulu Muhittin Çolak’ın ihraç istemiyle toplandığında çıkan karar, on kişinin kararıyla ihraç isteminin reddine şeklinde tezahür ediyor ve aynı yönetim kurulu Genç Ülkücüler Teşkilatı Başkanı Salih Dilek’in, Muhittin Çolak’tan özür dilemesine karar veriyor. Salih Dilek diplomatik bir zekâ cümlesiyle, “Yönetim kurulu kararıyla sizden özür diliyorum…” diyor.
Nasıl?
Şaşırdınız ve geri dönüp tekrar okuma ihtiyacı hissettiniz değil mi?
Bir Teşkilat Genel Başkanı bir ismin ihracını isteyecek ve yönetim kurulu tamamı bunu reddedecek!
İşte bir kuşağın teşkilat yönetme tarzı ve terbiyesi…
Burada bir parantez Salih Dilek için açmamız üzerimize bir vazifedir. Salih Dilek ve Muhittin Çolak eş zamanlı olarak bir dönemin en yakın şahitliklerine sahiptir, arkadaşlık ve ülküdaşlık hukukları, yan yana durmaktan ceketlerinin kollarını epritecek kadar kadim bir hukuk…
‘Her Şey Milliyetçi Türkiye İçin’in sahifeleri sol tarafta okunanlar kısmında çoğaldıkça üzerine kan damlayan siyah-beyaz bir filme dönüşüyor. Tarih artık 1978-79’lara geldiğinde artık ülkede oluk oluk kan akıyor ve birileri akan bu kanı seyrediyor. Muhittin Çolak Ağabey akan bu kanı seyredenlere ‘İyi sıhhatte olsunlar’ diyor. ‘İyi sıhatte olsunlar’ın hangi zamanlarda, nasıl, ne şekilde ve nerelerde devreye girdiklerine dair manidâr tespitleri, gözlemleri, kanaatleri ve şüpheleri var ve bunları ima yolu ile tarihe not düşüyor.
Yazının sonuna gelirken hatıratın içinde yer alan seçtiğimiz bazı isimleri yazarak okuyucunun kimlerle karşılaşacağına dair ipucu verelim…
Şüphesiz ilk sırada Alparslan Türkeş var.
Alparslan Türkeş, Muzaffer Türkeş, Tuğrul Türkeş, Sevenbige Türkeş, Umay Türkeş, Seval Türkeş…
Ahmet Çakar, Ahmet Kerse, Ali Batman, Ali Halaman, Ali Naili Erdem, Ali Doğan, Aslan Törer, Asuman Taşer, Atsız, Avni Çarsancaklı, Avni Özgürel, Ayvaz Gökdemir, Bahri Zorlu, Baki Tuğ, Bedreddin Cömert, Bozkurt Güvenç, Burhanettin Bigalı, Cahit Pekyardımcı, Celal Adan, Cevdet Sunay, Celal Bayar, Cevdet Karakaş, Cihat Özönder, Devlet Bahçeli, Dündar Taşer, Edip Kafalı, Ekrem Pazarcı, Emine Işınsu Öksüz, Enis Öksüz, Enver Altaylı, Erol Güngör, Erol Türkmen, Esat Güçhan, Gün Sazak, Galip Erdem, Halide Nusret Zorlutuna, Haluk Pirimoğlu, Hasan Albay, Hamid Fendoğlu, Hasan Celal Güzel, Hasan Kozan, Hicabi Koçyiğit, Hikmet Tekin, Hüseyin Cahit Aküzüm, İbrahim Doğan, İlhan Egemen Darendelioğlu, İskender Öksüz, İsmail Hakkı Yılanlıoğlu, İsrafil Çelik, Kemal Fedai Coşkuner, Kamil Turan, Lokman Abbasoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu, Mahir Damatlar, Mehmet Ali Aybar, Mehmet Eymür, Mehmet Pehlivanlı, Mehmet Şandır, Mete Beşen, Mustafa Kemal Erkovanlı, Mustafa Pehlivanoğlu, Mustafa Verkaya, Mehmet Refet Eke, Mehmet Sakarya, Muharrem Şemsek, Muzaffer Özdağ, Muzaffer Şahin, Münir Ramazan Aktolga, Naci Kınacıoğlu, Necati Dalgıç, Namık Kemal Zeybek, Necati Gültekin, Necdet Adalı, Nejdet Sançar, Nevzat Kösoğlu, Nilüfer Gürsoy, Niyazi Adıgüzel, Oral Çelik, Orhan Kavuncu, Orhan Oğuz, Orhan Türkdoğan, Ökkeş Kenger(Şendiller), Özer Revanoğlu, Recai Yıldırım, Raif Çiçek, Rıza Müftüoğlu, Ruhi Bacanlı, Salih Dilek, Sadi Somuncuoğlu, Sami Bal, Selim Kaptanoğlu, Sinan Cemgil, Şevket Bülent Yahnici, Taha Akyol, Tahsin Ünal, Teslim Töre, Turan Güven, Turan Koçal, Yasemin Taşer, Yaşar Okuyan, Yılma Durak, Yusuf Küpeli, Yusuf Okumuş…
Bir anektot ile Muhittin Çolak Ağabey’in ‘Her Şey Milliyetçi Türkiye İçin’ isimli kitabının tedai ettirdiklerine dair yazımıza son verelim…
Muhittin Çolak henüz delikanlılık çağından itibaren Alparslan Türkeş’in yalnızca dâvâ arkadaşı değil, ilk eşleri rahmetli Muzaffer Türkeş Hanımefendi’nin erkek kardeşi merhum Kemal Katırcıoğlu’nun kızı Nilgün Katırcıoğlu Hanımefendi’nin de eşi olarak aynı zamanda akrabasıdır da. İskender Öksüz Ağabeyimiz ve Emine Işınsu Öztürk ablamızın evinde başlayan bu evlilik hatırasını da kitabın sonlarına doğru paylaşmış(sf. 483).
Son söz kabilinden, Muhittin Çolak Ağabey’in Kripto Yayınları’ndan çıkan ‘Her Şey Milliyetçi Türkiye İçin’ kitabı hangi jenerasyondan olursa olsun, ister kendi dönemindeki arkadaşları, ister henüz bugün ocağa ilk adımlarını atmış bir ülkücü olsun, her ülkücünün okuması ve kütüphanesinde bulundurması gereken bir başucu kitabı…
Kitabın daha çok okunmasına bir katkım olursa kendimi bahtiyar hissedeceğim…
Muhittin Çolak Ağabey’e uzun ve sağlıklı ömürler diliyorum…
Ves-selâm….
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi