Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Adnan İslamoğulları > Türkiye yoruluyor…

Türkiye yoruluyor…


Türkiye, “Arap baharı”nın sıcak meltemleriyle Ortadoğu’da yelken şişirmeye çalışırken pek havalı görünüyor. Şam’daki antidemokratik iktidara sürekli demokrasi nutukları atarken üst perdeden, sanki bir İskandinav ülkesinde, bir İskandinav demokrasisinde yaşadığınızı sanıyorsunuz kendinizi. “Ben vergisini veren bir vatandaşım” dediğinizde, devlet kapılarında akan suların durduğu bir ülkenin vatandaşı hissine kapılıyorsunuz.


Türkiye, “Arap baharı”nın sıcak meltemleriyle Ortadoğu’da patronculuk oynarken, bölgenin “kilit taşı” bir ülke sanıyorsunuz ülkenizi. Kimsenin yan gözle bakamadığı, sesini yükseltemediği, dünyanın bütün kriz masalarında başköşede oturan, sözü yere düşmeyen, itibarı titizlikle gözetilen bir ülke olmanın rahatlığıyla rehâvete kapılıyorsunuz.    


Türkiye, “Arap baharı”nın sıcak meltemleriyle Ortadoğu’da ortalığa çekidüzen vermeye çalışırken, kendi işleri bir İsviçre saati gibi tıkır tıkır işleyen, kendi demokrasisi iyiden iyiye oturmuş, artık demokratikleşmenin zirvelerini zorlayan ve “vicdâni red” gibi demokratik varyatalarla meşgul bir ülkede hissediyorsunuz kendinizi.


Oysa içeriye dönüp baktığınızda manzara değişiyor, gerçeğinize tosluyorsunuz yine.


Otuz iki yıldır darbe anayasası ile yönetilen bir ülke, sırtındaki kambura bakmaksızın Şam’daki diktatöre demokrasi nutukları atıyor.


Otuz iki yıldır darbecilerden hesap soramayan, darbenin tahribatını onaramayan bir ülke, Ortadoğu’daki diktatörlerin arkasından iş çeviriyor.


Daha düne kadar “kardeşim” dediklerinin muhaliflerini Ankara’da ağırlıyor.


Bunun bedeli olarak terörü tekrar desteklemeye başladıklarında da bağırıyor.


Bunun bedeli olarak Türk bayrağı yakıldığında da neredeyse savaş çıkaracak.


Kıbrıs Savaşı’nda her şeyiyle Türkiye’nin yanında olan Kaddafi sokaklarda linç edilirken sesini çıkarmıyor, buna çanak tutuyor, ilk uçakla linççilerle görüşmek için Libya’ya gidiyor.  Bir damlacık vefa duymuyor. Uluslararası bir mahkemede yargılanabilme hakkı için kılını bile kıpırdatmıyor Kaddafi için.  


“1. Dünya Savaşı’nda İngilizlerle birlik olan Araplar” klişesinin yerini şimdi “Ortadoğu’da ABD ile birlik olan Türk”lere düşmanlık klişesi alıyor.


Libya’ya savaşmaya giden Kuşçubaşı’nın, Enver’in, Mustafa Kemal’in yerini şimdi, ABD ile birlikte iş gören bir Türk Dışişleri alıyor.


Türkiye, “Arap baharı”nın sıcak meltemleriyle Ortadoğu’da “birileriyle” aşna fişne olurken, Van’da karlar altında, eksi 14 derecede çadır kentlerde çocuklar ölüyor. Van’dan 350 bin vatandaş göç ediyor, Van hayalet şehre dönüşüyor.  


Van’ı yenibaştan birkaç kez imar edecek kadar yardım toplanıyor, millet tüm felâket zamanlarında olduğu gibi yine kenetleniyor, “Biz” oluveriyor ve merhametli kardeşlik elini uzatıyor Van’a, ama hükümet “hele bir kışı atlatın” diyor. Van’da çadır kentlerde eksi 14 derecede çocuklar ölüyor.


Binlerce prefabrik ev yapacak kadar para toplanıyor, Hükümet, 350 adet Mevlana eviyle yetiniyor, şikayet edecek olanlara İçişleri Bakanı posta koyuyor, ardından polis depremzedeleri copluyor, biber gazı sıkıyor.


Bir diğer bakan Hüseyin Çelik, evlerinize girin diyor, ardından bir deprem daha oluyor, bir otel yıkılıyor, insanlar ölüyor.. Kimse hesap vermiyor. Kimseye hesap sorulmuyor. Van’da çadır kentlerde eksi 14 derecede çocuklar ölüyor.


Hükümet hala BDP ile çiş yarışında, ben yardım ediyorum, sen yardım etmiyorsun, hayır ben elimden geleni yapıyorum, hayır sen popülizm yapıyorsun. Filler dövüşüyor, çimenler eziliyor, Van’da çadır kentlerde eksi 14 derecede çocuklar ölüyor.


O kadar dram içinde çadır kentte sabahlayacak, orada bir çadırda kalacak, onlarla aynı soğuğu, çileyi, sıkıntıyı çekecek bir idealist devlet görevlisi çıkmıyor. O çadır kente yerleşecek bir vali, bir kaymakam, bir vali yardımcısı çıkmıyor. Van’da çadır kentlerde eksi 14 derecede çocuklar ölüyor.


Hiçbir şey bilmiyorsanız bile, prefabrik imalatçılarını toplayıp, ihtiyaç kadar evin siparişini o imalatçılara bölerek, toplanan paralarla ödemesini yapacak ve bir ay içinde binlerce prefabrik evi Van’a kuracak bir akıl çıkmıyor.


Nutuk atmaktan fırsat bulup merhamet etmeye, nutuk atmaktan fırsat bulup, onlarla aynı çileyi çekmeye, onların acısını, onların yokluklarını, onların dertlerini onlarla beraber yaşamaya cesaret edecek bir idealist çıkmıyor.


Başbakan, Van'a geliyor, "Açıkta kalanların misafirhanelere yerleştirilecek, depremzedelerin  her şeyi isteyebilir ama  kelle isteyemez" diyor


Başbakan, bir yandan "Sorumlulardan hesap soracağız" diyor,  diğer yandan "Kelle vermem" diyor.


Yani, hiç bir bürokratımı feda etmem diyor.. Vicdânımız rahat diyor ve Van’da çadır kentlerde eksi 14 derecede çocuklar ölüyor.


Van bizimdir, Van’ın acısı da bizimdir. Bu büyük millet bu acıya sahip çıkıyor, kardeşlik elini uzatıyor ama devlet aklı Ortadoğu’da kolpacılık yapıyor, racon kesiyor. Gözünü Esad’a dikmiş, seni yiyecem diyor, çünkü büyük abi öyle istiyor.


Türkiye, “Arap baharı”nın sıcak meltemleriyle Ortadoğu’da efelik yaparken, bir ülkenin namusu sayılan sınırları yol geçen hanına dönmüş, sınırlarından yüzlerce terörist girip çıkıyor, bir ilçede aynı ânda eşzamanlı olarak güvenlik noktalarına saldırıyor, saldırı ve çatışmalar yedi saat sürüyor, ülkenin 24 evlâdı canını veriyor, şehid oluyor. Bir tek sorumludan hesap sorulmuyor. Bunların istihbaratını alamayanlardan hesap sorulmuyor. Dağlar taşlar bombalanıyor, başarılı sortiler yapılıyor boş vadilere, fakat terör durmuyor.


Ve Türkiye’nin havasından yanına varılmıyor.


Türkiye bir ringe çıkarılmış boşluğa yumruk attırılıyor, Türkiye yoruluyor.

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS