ERTUĞRUL SAĞLAM ve DEVLET BAHÇELİ ARASINDAKİ MÂNİDAR BENZERLİK
Birisi futbol, diğeri siyâset dünyâmızdan iki isim, iki portre.. İkisi de soğukkanlı, ciddi, mesâfeli, tebessümleri sadaka-i câriye hükmünde. Dışarıdan bakıldığında, birisi tek başına iktidar partisinin lideri gibi, diğeri ise kariyerinde sayısız şampiyonluklar yaşamış bir teknik patron görüntü veriyor.
İkisi de siyah ya da gri takım elbise ve beyaz gömlek giyiyor, ağırlıklı tercih olarak.
Polemikten kaçan, demagoji yapmayan, diyalektikleri zayıf, sıradan cümlelerle meramlarını anlatmayı tercih ediyorlar.
İkisinin de yüzünden ne düşündüğü pek belli olmuyor.
Ve ikisi de başında bulundukları kurum için kendilerini “vazgeçilmez” ve “nimet” olarak görüyorlar.
Rakiplerinin başarılarını sık sık “tebrik etmek” gibi bir centilmenlikleri de var.
1963 yılında kurulmuş ve Türkiye 1. Ligine çıktığı yıldan bu yana üç büyüklerin karşısında farklı sokarlar alarak, onların “korkulu rüyâsı” olan ve Türkiye Kupası’nda çok başarılı maçlar çıkaran Bursaspor’u tarihinde ilk kez şampiyonluğa taşımış olan Ertuğrul Sağlam, çok tabii olarak bu şampiyonluğun 1 numaralı mimarı olarak da haklı övgüleri almış ve Bursa ve Bursaspor tarihinde lâyık olduğu yeri almıştır.
Bursaspor tribünleri “Adam gibi adam Ertuğrul Sağlam” tezâhüratlarıyla Ertuğrul Sağlam’a olan sevgilerini ve takdirlerini üç yıldır haykırmaktadırlar. Üstelik bu zaman zarfında Sağlam’a yönelik hiçbir eleştiriye tahammül göstermemekte ve Bursa basınında nadiren yazılan eleştirilerden sonra da yazı sahibi aleyhinde olmadık tezâhüratlar yapılmaktadır.
Taraftarın demek istediği aslında şudur:
“Sen bizi tarihimizde ilk şampiyonluğumuzla buluşturdun, biz de senin hatalarına göz yumacağız ve seni eleştirilerden koruyacağız.”
Evet.. Bursaspor tribünlerinin vefa gösterisidir bu ve el’ân da Bursaspro’un ligde içinde bulunduğu içler acısı duruma rağmen devam etmektedir.
Seyircinin Sağlam’a bu bağlılığı ve sahip çıkması daha ne kadar devam edecek, bunu göreceğiz, lakin bu bağlılık ve sahip çıkmanın nelere mâl olacağı âşikâr. Sağlam’ın üzerindeki tesiri de pek müspet değil.. Kendisini hesap vermek zorunda hissetmiyor. Âdeta şampiyonluk senesinin kendisine sınırsız bir kredi verdiğine inanıyor. Her mağlubiyet sonrası kameralar önüne geçiyor ve bir maç yorumcusu gibi maçın kritiklerini yapıyor.
Kendi evindeki Fenerbahçe mağlubiyetinden sonra bir muhabirin sorduğu, “Bu çözülüşü neye bağlıyorsunuz?” sorusuna verdiği cevap endişe verici boyutlarda:
“Sebeplerini bulsak kısa sürede bunu gidermeye çalışırız. Ortada anlayamadığımız bir durum var. Bu kadar kaliteli oyunculardan kurulu bir takım nasıl bu kadar düşüşe geçer anlamakta güçlük çekiyoruz.”
Bursaspor’un, ligin ilk yarısının bitimine iki hafta kala neden küme düşme hattında olduğunu bilmediğini söylüyor ve ekliyor, “bilsek sorunu gideririz”.
Çünkü seyirciye güveniyor, çünkü yerinden emin.
İstifa etmeyi ise asla düşünmüyor.
Çizik bir plak gibi hep aynı teraneyi tekrarlıyor:
“Bursaspor olarak zor bir süreçten geçiyoruz. Bizim gibi şampiyonluk yaşamış, iki senede Türk futboluna damgasını vurmuş bir takımın bu durumu kabul etmesi kolay değil. 'Futbolda çok iyi takımlar bile zaman zaman bu gibi dönemler yaşıyorlar. Burada önemli olan güçlü ve karakterli insanlar gibi davranmak ve bu durumu kabul etmemek. Karakterli insanların yapması gerektiği gibi bu durumu çevirmek için her şeyi yapacağız. Daha fazla sorumluluk alacağız ve Bursaspor'u eski günlerine döndüreceğiz”.
“Karakterli insanlar başarısızlık durumunda soruna çözüm de bulamıyorsa ne yapar?” sorusunu aklına bile getirmiyor.
Maç içinde taktik adına bildiği tek şey, Ömer’i liberodan gol bölgesine çekmek ve Turgay’da ısrar etmek.
Sonra da gayet de sakin bir şekilde, mağlubiyet sonrasında “Bu çözülüşü neye bağlıyorsunuz?” sorusuna, “Sebeplerini bulsak kısa sürede bunu gidermeye çalışırız. Ortada anlayamadığımız bir durum var” demek.
Aslına bakarsanız Sağlam’ın anlamadığı şeyi tribünlerdeki binlerce futbolsever dillendirmeseler de anlamış durumda, “Sağlam’ın artık Bursaspor’a vereceği bir şey kalmamıştır”. Mesele bunu Sağlam’ın da anlaması ve Bursaspor’dan aldığı o müthiş aylık ücreti artık hak etmediğini idrak etmesi.
Devlet Bahçeli de Ertuğrul Sağlam gibi. Duruşuna ve kendisinden emin tavırlarına bakarsanız tek başına iktidar olmuş bir partinin lideri zannedersiniz.
Üstelik o kadar kendisinden emin ki, siyâsi tablonun değişmesinin ülkeye zararlı olduğunu söyleyecek kadar.
Kendisinin ve liderliğini yaptığı partinin iktidar olmak gibi bir hedefinin olmadığının itirafı sayılabilecek cümleleri sarf etmekten asla kaçınmıyor. Kendisini dinleyenlerin, Bir AKP danışmanı ya da sözcüsü ya da milletvekili dinliyormuş gibi dinlemelerinden rahatsız olmuyor.
MHP Genel Başkanı olarak değil, sanki bir stratejist veya dışarıdan, bağımsız bir siyâsî gözlemci sıfatıyla konuşuyor:
“Böyle bir ortamda Türkiye’nin eşzamanlı olarak komşu ülkelerinde sıkıntıları vardır. Terör olaylarının siyasallaşma sürecinde, bize göre açılımın olumsuz sonuçlarının gösterdiği bir dönemde, Ortadoğu’da sıcak gelişmeler hala devam ederken, Türkiye’nin her şeyden evvel istikrar içinde bulunması lazım. O bakımdan AK Parti’nin, Sayın Başbakanın rahatsızlık süreciyle de örtüşen, şike ve prim konusunun aniden Cumhurbaşkanı, bakan ve parti yöneticileri ile tartışılması, bölünme, çatlamanın fayda getirmeyeceğini düşünüyoruz. Ortadoğu’nun bu karmaşık ortamıyla, hele Suriye ile yakın bir savaş tehdidinin tartışıldığı bir dönemde, siyasi iktidar üzerinde bir kaos yaratılarak istikrarsızlık, ülkemize bir fayda getirmez. Gerçekçi olmak lazım. Bugünkü Meclis yapısı, AK Parti’nin parçalanmış olsa dahi, sağlıklı bir iktidarı ortaya çıkarmaya uygun değildir”.
Hızını alamıyor, cumhurbaşkanlığı seçimleriyle alakalı olarak da Abdullah Gül’ün yedi yıl ile yetinmemesi ve 5 + 5 formülüyle bir dönem daha cumhurbaşkanı olması gerektiğini söylüyor..
Neden?
Çünkü seyircisine güveniyor. Seyircisinin tarihinde “başarısızlığa son” demek gibi bir gelenek yok. 1999 seçimlerinde aldığı % 18’lik bir başarı oyu ona yetiyor, bununla iktifâ ettiği gibi camiaya da, “Bu size çok bile” diyor. Seyirciyi istediği gibi manipüle ediyor. Başarısızlıklarını hatırlatanları ihanetle suçluyor, provokasyonla suçluyor ve seyircisi de buna inanmaya teşne. Bir hain bulsak da sövsek diye bekleyen bir seyirci bu.
Devlet Bahçeli çok rahat.
Muhalefet partisi lideri olarak dünyada belki de bir ilki gerçekleştiriyor ve mevcut iktidarın bir istikrar güvencesi olduğunu söylüyor.
“Kardeşim, o zaman ya dükkânı kapat ya da bırak başkası geçsin işin başına, sen rakiplerinle ortak mısın, sen şikeci misin kendi kalene gol atıyorsun?” demek gerekiyor kendisine.
Kim diyecek bunu, dese bile seyirci kimi ıslıklayacak?
Bu seyirci hep iyileri cezalandıran bir seyirci..
Peki bu takımda kim oyuncu değişikliği yapacak?
Bu takımın teknik patronu kim sâhi? Devlet Bahçeli mi?
Pek inandırıcı gelmiyor doğrusu.
Çünkü, Devlet Bahçeli’nin üç hilâlli formasının altında başka bir forma olup olmadığını bilmiyoruz.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi