İki farklı dâvâ, hükümetten iki farklı tepki…
Her iki dâvâ da aslında eş zamanlı sayılabilir, yaklaşık beş yıllık bir süreçten bahsediyoruz.
Dâvâlardan ikisi de sansasyonel.
Birincisi, ülkenin gündemini yıllardır tepetaklak eden bir dâvâ. Dalga dalda büyüyen ve Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ’un da “terör örgütü üyesi” olmak suçuyla tutuklandığı bir dâvâ: Ergenekon Dâvâsı.
12 Eylül Darbesinin en fazla mağduru olmuş bir siyâsî hareketin ve neslin mensubu olarak en ufak bir sempati duymadığım Silivri sâkinlerinin yargılandığı mahkemelerin, yargılanma usûllerinin ve hukukî sürecinin de bir “olağanüstü dönem” ya da “darbe dönemi” usûlleri olduğunu ifâde etmeliyim.
İkinci dâvâ da Hırant Dink’in öldürülmesi dâvâsı.
Kimine göre kafası bozuk birkaç “duygusal milliyetçi çocuk” mârifeti bir cinâyet vak’ası.
Kimine göre ise kökü çok derinlerde devlet içi bir yapılanmanın klasik serî cinâyetlerinden birisi.
Cinâyetten otuz iki saat sonra yakalanan ve ilk yakalandığında jandarmanın çay sohbeti yaptığı bir sanık, emniyet istihbarata muhbirlik eden bir başka sanık, azmettiren bir diğeri, TİB’ten bir türlü mahkemeye ulaşmayan yoğun telefon görüşmesi trafiği ile pek çok bilinmeyenli bir denklem ve tabii her zamanki gibi işin önemli unsurlarından dezonformasyon, bilgi kirliliği.
Medyanın psikolojik manipülasyonları ve solcu eskilerinden mal bulmuş mağribi gibi sokaklara dökülen marjinal örgütlere, fırsat bu fırsat diyerek protestolarda boy gösteren PKK yancısı örgütlerden demokrasiye “kapatma” muamelesi yapan liberallerden Türklük kompleksi ya da düşmanlığı taşıyan bir grup lümpene kadar ekranlardan “ülkenin kamuoyu” diye pazarlanan bir kalabalıktan yükselen “Hepimiz Ermeniyiz” paranoyası, saçmalığı.
Bu hengâmede her iki dâvâda da okka altına giden yine hukuk…
Bir tarafta örgüt yöneticiliğinden tutuklanan bir Genelkurmay Başkanı, diğer tarafta bir cinâyetin ardından beş yıldır süregelen bir dâvâda sisler arkasında saklanan bir örgüt ve ekranlarda cezâa alan kafası bozuk birkaç duygusal milliyetçi çocuğun(!) görüntüleri ve avazı çıktığı kadar “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağıran kalabalıklar.
Bu hukuk maskaralığı manzarası karşısında en ilginç tepki hükümet kanadından geliyor.
Tepkilerinin ilginçliği hukukî değil, siyâsî.
Sâkinleriyle aynı pazarda sergi bile açmayacağım Ergenekon dâvâsı yargılamalarıyla alâkalı olarak, hükümetin sergilediği tavır ile Hırant Dink cinâyetinin kararı sonrasında sergiledikleri tavır taban tabana zıt.
Muhalefet Partisi lideri Kılıçdaroğlu’nun, Silivri ile ilgili “çadır tiyatrosu” benzetmesinden sonra ortalığı ayağa kaldıran ve bu sözlerin yargılamaları etkilediği, yargıçları etki altında bıraktığı gerekçesiyle Kılıçdaroğlu hakkında fezleke hazırlayan, her tutuklama furyasından sonra “bağımsız mahkemeler”den söz eden, “yargılamaların rahat bırakılması” gerektiğini söyleyen, “adâlete güvenilmesi gerektiği”ni dillendiren hükümet, konu Hırant Dink dâvâsı olduğunda zembereğinden boşandı ve her ağızdan kararın hakkâniyetini sorgulamaya başladı.
Cumhurbaşkanı, “Kamuoyunda rahatsızlık var” dedi.
Başbakan, “Bunun temyizi var” dedi.
Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ, “Eğer bir mahkeme kararı tetikçiyi ve onu azmettiren katil zihniyeti mutlu ediyorsa bu büyük bir yanlıştır” dedi.
Sanki bu sözlerin önünü açmak ve hükümeti rahatlatmak istercesine mahkeme başkanı Rüstem Eryılmaz’ın, “Vicdanen ben de tatmin olmadım” sözleri.
Hani yargı “bağımsız”dı ve hâkimler etki altında bırakılmamalıydı ve adâlete güvenilmesi gerekiyordu!.
Nedir bu çelişkinin sebebi?
Yargı Silivri’de “bağımsız” ama Hırant Dink dâvâsnda “bağımlı” mıydı?
Yargı Silivri’de etki altında bırakılmamalı ama Hırant Dink dâvâsnda etki altına alınabilir miydi?
Silivri’de adâlete güvenilmeli ama Hırant Dink dâvâsnda güvenilmemeli miydi?.
Hükümetin bu çelişkisi izah edilir gibi değil…
Adâlet bu tür bir siyâsi çelişkiye yem edilmeyecek kadar yüce bir değerdir ve bir gün herkese lâzım olabilir.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi