
Eyvah, dindar nesiller yetiştirilecekmiş!..
Liseye giden oğluma Başbakan’ın bu sözlerini söylediğimde güldü, “bekle” dedi ve hemen bilgisayarından bir şarkı açtı bana cevap olarak:
Pink Floyd’un o unutulmaz şarkısıydı bu: “We don’t need no education”(eğitime ihtiyacımız yok).
Başbakanın ağzından söylenmiş bir söz bu. İyi tarafı, bundan on yıl evvel bir başbakan bu cümleyi kursaydı, çok farkı tahminlerde bulunacağımız şiddette deprem olurdu ülkede.
Oysa şimdi, “Liberal ve demokratik devlet insanları böyle biçimlendirmez” gibisinden, uslûbuna, dozuna ince ayar verilmiş birkaç kibar liberal tepkinin hâricinde tepki yok.. Bir de müşterek bir tavsiye var: “Bu işi zaten sivil toplum örgütleri(yani cemaatler) yapıyor/yapmalı” deniyor.
Bu tam bir “toplum mühendisliği”.
“Toplum mühendisliği” kavramı 28 Şubat Döneminde düştü literatürümüze... Cumhuriyetin kurucu ideolojisi aslında. Biçimlendirilmiş yeni nesiller yaratmak. Bunun adı zaman zaman çağdaş, laik, modern, seküler, batılı, ilerici, devrimci, aydınlanmış versiyonlarıyle Türkiye’nin gelecek umudu hâline getirilmiş prototip çalışmaları.
Yeni cumhuriyetin yeni insan tipi ihtiyacının şekilden şekile girmiş idealize insan tipleri.
Başarılı olsaydı eğer böyle bir insan üretme ameliyesi, bugün bu ülkede dindar insan kalmaması gerekirdi.
Başarılı olsaydı eğer böyle bir insan üretme ameliyesi, Demirel’in Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın bir 28 Şubat konserinde icrâ edilen Beethoven’ın 9. Senfonisi’nden sonra kürüyse çıkarak, “İşte çağdaş Türkiye” diye bağırması etkisini gösterir ve ülke baştan aşağı klasik müzik konserleri ve dinleyicileriyle lebâ leb dolardı, kaldı ki Demirel’in o sözlerle muhatabı halk değil, 28 Şubat’ın hastalıklı generalleriydi, Demirel 8. kez gitmekten dolayı duyduğu korkudan onlara kompliman yapıyordu, halkta bir karşılığı olmadığını gayet de iyi biliyordu.
Başarılı olsaydı eğer böyle bir insan üretme ameliyesi, Çankaya ve Nişantaşı’yla sınırlı kalan Fötr şapkalı erkekler popülasyonu yurda yayılırdı.
Örnekleri çoğaltmak mümkün, ama bir o kadar da lüzumsuz aynı zamanda.
Netice şu; toplum mühendisliğinin sonu hep hüsran..
Gerçekten de toplum mühendisliğine en iyi cevaplardan birisi, Pink Floyd’un “We don’t need no education” şarkısı. 1980’li yıllarda Ankara Akün Sinemasında animasyon filmini izlemiştik, öğrenciler bir bant üzerinde kıyma makinasına atılıyordu.
* * * *
Gelelim dindar nesillerin yetiştirilmesine.
Başbakan bunu nasıl yapacağını/yapacaklarını açıklamadı aslında, bu konuyla alâkalı bir fikrimiz yok. Bildiğimiz bir şey var, o da konunun çok hassas olduğu. Nasıl yapacaklarını fazlasıyla merak ediyorum doğrusu.
Nasıl bir din ve dindarlık anlayışı acaba bu?
Nasıl bir Allah telâkkîsi acaba bu?
Nasıl bir Peygamber telâkkisi acaba bu?
Nasıl bir sünnet telâkkîsi acaba bu?
Nasıl bir adâlet telâkkîsi acaba bu?
Nasıl bir dinî kültür telâkkîsi acaba bu?
Nasıl bir sanat telâkkîsi acaba bu?
Nasıl bir özgürlük telâkkîsi acaba bu?
Nasıl bir adâlet telâkkîsi acaba bu?
Nasıl bir tarih telâkkîsi acaba bu?
Sorular çok, muhtemel cevapları müphem ve meçhûl ve aslına bakarsanız ürkütücü de...
Meselâ, aralarında çok ciddi farklılıklar arz eden, “İkbal’in dindarlığı” mı, “Cüppeli’nin dindarlığı” mı?
Bu düaliteyi de çoğaltabiliriz.
Parmaklarının ucundan süt akıtan, ayı ikiye bölen, sineğin kanadının altındaki antimikrobu bulan, yaratılışın nasıl başladığını ve nasıl biteceğini bildiren, ceninin ana rahminde kaç günde teşekkül ettiğini ve embriyo safhalarını bildiren, kadının eğe kemiğinden nasıl yaratıldığını açıklayan, acve hurmasının hangi hastalıklara iyi geldiğini anlatan ve hatta Burak ile Semâya nasıl yükseldiğini ve yedi kat gökte nasıl dolaştığını anlatan bir Peygamber telâkkîsi mi, yoksa, yaratılmışların hidâyet ve saadeti ile ilgili esas ve prensipleri açıklayan, kadına nasıl muamele edilmesi gerektiğini anlatan, kızgın çölün toprağında oluşturduğu toplumun dinamikleriyle toplumu her türlü mikroptan nasıl arındırdığını gösteren ve bir tabibü’l kulüb olarak kalplere şifa veren, aşağıların aşağısına yuvarlanmış bir toplumu(esfel-isâfilin) yüksek ahlâkî değerlere kavuşturarak bir ahlâkî mi’rac vazifesi gören bir Peygamber telâkkîsi mi?
Evet.. Hangisi?
Yemeğe tuz ile, su ile, hurma ile başlayan bir sünnet telâkkîsi mi, yoksa “komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyerek, gayri müslim bir komşusuna kurban eti götürmeyen kızını ikaz eden bir sünnet telâkkîsi mi?
Üzerine uzandığı hasırın örgüsünün izi yüzüne çıktığı için kendisine bir şilte teklif eden sahâbeye, “benim dünya ile ne işim olabilir?” diyen bir dünyayı algılama biçimi mi, yoksa “müslüman her şeyin en iyisine lâyıktır” diyerek sofralarını Firavun sofrasına, evlerini Kisra’nın saraylarına çeviren bir dünya algısı mı?
Nasıl bir dindarlıktır bu kast edilen?
Bu sorunun cevabını verecek olan iktidar mensuplarının geriye dönük dindarlık telâkkîleri bir örnek olarak önümüzde duracak ise eğer, “vah gençliğin hâline!”..
Konuyu değerlendirenlerin sıkça söylediği/yazdığı gibi, bu dindar nesiller yetiştirilme işi bir özelleştirme gibi sivil toplum örgütlerine(cemaatlere) ihâle edilecekse eğer, “yandı gülüm keten helvası”.
İslâmî değerler dendiğinde akıllara namaz ve orucun geldiği, İslam denince ilk olarak namaz, oruç, umre, haccın ve son yıllarda başörtüsünün hatırlandığı bir din telâkkîsiyle dindar nesiller yetiştirmenin mümkünâtı yoktur, bunun en bâriz ispâtı, 28 Şubat’ta karton kuleler gibi devrilen dindarlık telâkkîsidir, geride bıraktığımız elli yılın ürettiği “dindar karakter”dir ve bu karakter “müflis bir karakter”dir…
Yalnızca muâmelâta hapsedilmiş bir dindarlık, gördük ki ahlâktan soyutlanmış bir dindarlık hâlini alıyor. Bu ülkede en çok okunan ilmihâl kitabının yüzlerce sâhifesi, namaza, yüzlerce sâhifesi oruca, yüzlerce sahifesi de Hacc’a ayrılmış ise ve içinde sadece 15-16 sâhife ahlâk bahsi var ise, namaz kılan, oruç tutan, Hacc’a giden ama yalan söyleyen, terâzisi hi’leli tartan, kul hakkından korkmayan, komşusunun açlığından haberdâr olmayan, paylaşmayan, sevmeyen, saygı duymayan bir müslüman toplumu çıkıyor ortaya.
“Bir gün gelecek…” diye başlayan ve gelecekten haber veren hükümlerle külliyen aram iyi olmasa da, son yüzyıl âlimlerinden birinin, “Bir gün gelecek, bütün câmiler dolup taşacak ama korkarım ki içinde belki bir tane bile müslüman bulunmayacak” sözünden de hep irkilmişimdir.
Nesil yetiştirmek ıspanak yetiştirmeğe benzemez. Hele hele “Ne yâni tinerci mi olsun gençlerimiz?” diyerek dindarın karşısına tinerciyi koyan bir zihinle hiçbir yere varılmaz. “Ne yâni tinerci mi olsun gençlerimiz?” cümlesi, “dindar nesiller yetiştireceğiz” cümlesinin gelecek adına umutlanacağımız bir cümle değil, arkasının ne kadar boş olduğunun acınacak bir itirâfı olabilir ancak…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi