KEÇİLER “BÜYÜK RESMİ” KEMİRİYOR
Özel yetkili savcının ifadeye çağırdığı personel MİT Müsteşarı Hakan Fidan olunca durum birden değişti.
Devletin tepesinde sert rüzgârlar esti, Cumhurbaşkanı ve Hükümet ağızbirliği ile durumu “yadırgadı”.
Özellikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, hükümet üyelerinin günlük polemik ağızlarının dışında ortak bir dil ile yadırgadılar durumu:
“Büyük resme bakmak lâzım” diyerek.
Neydi o büyük resim?
Savcı, o “büyük resim” üzerinden bir hamle mi yapmıştı MİT Müsteşarını ifadeye çağırarak?
Hakan Fidan ifadeye gitseydi ve tutuklansaydı eğer o “büyük resim” değişecek miydi?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “büyük resim” dediği aslında bir Ortadoğu fotografıydı.
Türkiye’nin kadrajda belirgin bir şekilde görünmek istediği, hatta mümkünse ortada bir yerde oturan ve etrafına bölge ülkelerini alan bir Türkiye’nin Ortadoğu fotografıydı o “büyük resim”.
Uzun yıllardır çevresindeki olan biteni yalnızca izlemekle yetinen bir Millî İstihbarat Teşkilâtı yerine, sürekli olay mahallinde bulunan ve olan biteni yönlendiren, manipüle eden, organize eden, bölgedeki, siyâsî baskı gruplarını İstanbul’da, Ankara’da ağırlayan bir Millî İstihbarat Teşkilâtı fotografıydı o “büyük resim”.
Uzun yıllardır “bölgedeki gelişmeleri endişeyle izlemek”le yetinen bir Hâriciye yerine, Ortadoğu’da oyunun dengelerini kurmaya çalışan ve buna mesâi sarf eden bir Türk Dışişleri fotografıydı o “büyük resim”.
Ve “büyük resim”in fotografçısı aslına bakarsanız Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ydu.
Savcının dâvetinden sonra da MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında, “Sayın Müsteşarımız Hakan Fidan ve ekibi gerçekten dış istihbarat bağlamında da, günbegün beraber çalıştığım için, içerdeki çalışmaları da takip etiğim için, görevlerinin hakkını yapan, verilen talimatlar doğrultusunda son derece etkin, başarılı bir şekilde bu görevlerin yerine getiren bir ekiptir” diyerek“büyük resim” hakkında imâlarda bulunuyordu.
Devletin tepesi “büyük resim”e “dikkat çekerken” aslında, Hakan Fidan için “Debka”da “Aşırı İslâmcı” tanımı yapan İsrail’e mesaj veriyordu.
“Büyük resim”in anlamı ya da okumamız istenilen anlamı, Türkiye’nin “neo-Osmanlı” vizyonu.
Özel yetkili savcının MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı ve “üst düzey” MİT yöneticilerini ifadeye çağırmasının, İsrail ile somut alâkasını ortaya koymak bugün mümkün görünmüyor. Fakat, Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’nin, CIA ve MOSSAD ajanlarının devletin içine sızma ihtimaline dikkat çekerek, “Kimse o sızanlar devlet içerisindeki birimlere, öyle bir malzeme hazırlayıp getirirler ki sizin önünüze koyarlar, siz bir düğmeye basmak zorunda kalırsınız. Yani artık savcının da yapabileceği bir şey yoktur" sözleri dikkat çekici mâhiyette. Öyle ise eğer ve gerçekten bir alâka var ise, köşeye her sıkıştığında/ sıkıştırıldığında bir şekilde güçlenerek çıkan Başbakan, son “Yargı- MİT düellosu”nu da savuşturmuş gibi görünüyor şimdilik.
Meselenin içine bire bir dâahil olmadan, konuyla ilgili yorum yapmadan, kendine has klasik tepkisiyle konunun muhataplarıyla sıkı polemiklere girmeden yargıya karşı “rest” dedi ve savcıyı görevden aldı, hakkında soruşturma başlattı.
Yani, MİT’çi Kâşif Kozinoğlu ve benzerlerini ifâdeye çağıran ve hatta tutuklayan özel yetkli savcıyı görevden alırken zımnen şunu demek istiyor Başbakan, “Evet, özel yetkili savcının başka gözaltılarda, başka ifadeye çağırmalarda, başka tutuklamalarda da benzer yetki aşımları olmuştur, fakat bu mesele başkadır, buna sessiz kalmamız mümkün değildir”.
Neden?
Çünkü bu kez Türkiye’nin uluslararası vizyonu söz konusudur.
Eh, bu vartayı da atlattı gibi görünüyor Başbakan.
Kurulduğundan bugüne kadar ABD’nin paralı askeri misyonunu üstlenen İsrail’in bile bu işte saf dışı kaldığı / bırakıldığı göz önüne alınırsa, ABD bölgede planlarını Türkiye üzerinden yapıyor ve sırtında büyük maliyetlerle duran İsrail kamburunu küçültmek istiyor demektir.
Yakın bir gelecekte tahtından inecek olan petrolden sonra kullanım tarihi de bitecek olan İsrail, bir tenis topu gibi iki Amerikan bakış açısı arasında gidip geliyor:
Birincisi Knesett’de konuşma yapan Bush: “Kıyamete kadar sizi koruyacağız”.
İkincisi Clinton: “İsrail kimin süper güç olduğunu unutuyor”.
Petrolü bitmiş bir Ortadoğu’da Osmanlı yâdigârı bölgeyi korumak işi de Türkiye’ye kalıyor.
İsrail ise bir “Musa nostaljisi ülke” olma yolunda.
Mesele, bu “Büyük resim”de ortada oturup bölge ülkeleri etrafınıza alarak çektirdiğiniz mütehakkim pozdaki fotografın mâliyeti ve bu fotografı çektirmek için ne ödediğinizdir.
İş buraya gelince biraz sarpa sarıyor. Bunun ipuçları da savcının MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve onun şahsında MİT’e yönelik suçlamalarında yatıyor. Suçlamalar yenilir yutulur cinsten değil. “Biz istihbarat teşkilatıyız, bizim işlerimiz böyledir” diyerek içinden çıkabileceğiniz gibi değil bu suçlamalar. Hiç vakit kaybetmeden BDP’li Genel Başkanı Demirtaş’ın halk otobüsünde yakılarak öldürülen Serap’ın katillerinin MİT’çi olduğunu iddia etmesi en bâriz örneği bu karmaşıklığın.
Keçiler dışarıdan büyük resmi kemirirken, içeriden de çok yüksek bir mâliyet ile millet olma hissinizi, vatan telâkkînizi, bin yıllık birlikte yaşama tecrübe ve kararlılığınızı, millî reflekslerinizi, millî duyarlılıklarınızı, ütopyalarınızı, büyük hayallerinizi kemiriyorlar.
Neymiş?
Demek ki, keçiler yalnızca düşen helikopterin parçalarıyla beslenmiyorlarmış…
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi