28 Şubat’ın bir başka yüzü…
Gazeteler, ekranlar 28 Şubat proğramlarıyla dolu bir haftadır.
28 Şubat konuşuluyor..
Uzmanlar, gazeteciler, siyâsîler, iş adamları kanal kanal geziyorlar.
Kimisi anılarını anlatıyor, kimisi siyâsî-sosyolojik tespitler yapıyor..
Darbelerin ne kadar da kötü bir şey olduğunda ve 28 Şubat’ın kesin kez bir darbe olduğunda herkes hemfikir.
Televizyonları izlerseniz ortalık 28 Şubat kahramanlarıyla dolu, 28 Şubat darbesine nasıl direndiklerini anlatıyorlar, dinlerken gözlerim yaşarıyor…
Hele hele Türk basınının acar gazetecilerinin aslında 28 Şubat’a nasıl da karşı olduklarını ve çaktırmadan nasıl direndiklerine dâir yalanlarını dinlerken midesi bulanıyor insanın. Sütunlarını, manşetlerini, ekranlarını 28 Şubatçıların emrine veren Türk basınının bu ahlâksız tavrını izlerken iç çekmekten başka yapacak bir şey kalmıyor.
Darbeler karşısında her zaman darbecilerin emrine giren Türk basınının bize sürpriz olmayan bu tavrının, 28 Şubat’ta darbenin emrine girmekle kalmayıp, darbenin şartlarını oluşturmada nasıl aşağılık bir misyon üstlendiğini bilenler için gazeteler ve televizyon proğramları sahnelenmiş bir “28 Şubat komedisi” gibi…
Kenan Evren’in 12 Eylül Darbe bildirisi için “kutsal metinlere benziyor” diye yazan Türk basını işte bu…
28 Şubat’ın asker ve sivil oligarşisi için söylenecekler söylendi…
28 Şubat ile alâkalı konuşulmayan bir taraf var, muhatapları da konuşmaya niyetli değiller…
Sakal-bıyık risâleleriyle ortalığı dolduran, sarığın kaç metresinin ne kadar sevâba tekâbül ettiğini televizyonlarda üst düzey yetkilileriyle tartışan, mâaile, cümbür cemaat, evin hizmetlileriyle umre seferleri düzenleyen, havaalanlarında korumalarına setre tutturup ihrâma giren, Arafat dualarını Çağlayan mitinglerine çeviren, kendilerine yönelik iyi niyetli tüm eleştirilere kulaklarını tıkayan bir siyâsî gelenek…
Tek parti CHP’sinden sonra Demokrat Parti ile birlikte kazanılan bütün mevzileri kaybeden, karton kule gibi yıkılan bir siyâsî gelenek.
Kendisine sin-kaflı bir şekilde küfreden bir komutan için “bir gün o da bizden olacak” gibi muhataplarını iyice cesaretlendiren bir açıklamayla mümin vicdanları zedeleyen, mümin vakarını yok eden bir gelenek…
Çarşamba sokaklarında medyanın ve polisin başlattığı “sarıklı avı”nda kaçışan ve sarıklarını yerlere düşüren bir gelenek… Sarığın haysiyetini yere düşüren bir gelenek…
Tam o günlerdi… İstanbul’da yakın dostluk ettiğim ulemâdan bir zâtın evinde(Allah ona rahmet etsin) haberleri izlerken, ekranda kaçışan sarıklılar vardı.. Başından sarığını çıkardı, yanındaki sehpâya koydu ve “bu sarığı sarmam artık haysiyeti kalmadı” dedi. Babası da Cumhuriyet’in ilk yıllarında tekkelerin kapanmasıyla alâkalı bir mahkemede, “Onlar zaten kendilerini kapatmışlar ve tefessüh etmişlerdi, sizin kapatmanıza hacet yoktur” demişti.
Yine 28 Şubat arefesindeki günlerden biriydi, Ankara’da ülkemizin büyük, lâkin diğerleri gibi kamuoyu şöhreti iktisâb etmemiş mümtaz bir âlimin evinde misâfirdik, o yıllarda yetmişli yaşlarının sonundaydı.
O hafta teşebbüs ettiği bir girişimini anlatmıştı.
Zaman zaman görüştüğü bir askerî yetkili kendisini ziyâret ederek, “Efendim, Sayın Başbakana lûtfen söyleyiniz, çok az zaman kaldı, istifa etsin, yoksa her şey daha kötü olacak, istifa eder ve kendisine yönelik tehditleri ve baskıları açıklarsa çok daha güçlü bir şekilde döner” der. (Detayları bizde mahfuzdur.)
Kendileri Sayın Başbakan’dan randevu talep ederler, notu iletmek için. Gün cumadır. Cuma namazı için genel merkezdeki camiye randevu verir.
Cuma günü, namaz kılınır. Namazdan sonra bahçedeki bir salona buyur ederler kendilerini. Salon lebâleb doludur. Muhterem zanneder ki, Sayın Başbakan gelecek ve husûsî bir görüşme için kendisini husûsî bir odaya davet edecek. Sabırla bekler, bir iki kez haber yollar, önemli ve hayatî bir mevzudur diye..
Sayın Başbakan gelir, selâm verir. Kalabalık içinde “Hoş geldiniz Hocam, nasılsınız?” der. Karşılıklı hatır kelâmları edilir. Sayın Başbakan sorar, “Buyurunuz Hocam benimle görüşmek istemişsiniz, hayırdır?” der.
Konunun muhtevâsını aracı vasıtasıyla kendisine kısmen iletmesine rağmen o kalabalık içinde kendisine sorulan bu soru rahatsızlık vericidir. Buna rağmen, “Hususîdir” der. Aldığı cevap ilginçtir:
“Buyurunuz Hocam, burada yabancı yok”.
“Yüzlerce insanın bulunduğu yerde ve böyle hassas bir süreçte orada nasıl yabancı olmaz ve bunu nasıl düşünemez Necmeddin Bey!” dedi bize, cevabını da kendisi verdi: “Tabi ki düşünür, anladım ki görüşmek istemiyor, daha doğrusu beni dinlemek istemiyor” diye ilâve etdi...
“Cuma için gelmiştim, bir selâm vereyim istedim” der ve ayağa kalkarak salondan çıkar. Herkes şaşkındır. Görüşmeye aracılık eden üst düzey partili arkasından koşar, “Hocam bekleyiniz biraz” der ama kendileri mesajı almıştır, beklemez ve “Allah sonunuzu hayır etsin” diyerek ayrılır.
“Anladım ki kafasında başka bir plan var, siz bu durumu Muhsin Bey’e iletiniz” diyerek nakletmişti durumu bize…
İşte o gelenek, on beş yıldır bir 28 Şubat muhasebesi yapmadı. Yapmağa da niyetli değiller. Atı alan Üsküdar’ı geçmiş, şimdi ekranlarda nasıl da direndiklerini, nasıl da önlerine konan dayatmaları aslında imzalamadıklarını anlatıyorlar. Ne acı bir durum!..
Oysa 28 Şubat’ta çok şey oldu…
Ve çok şey konuşuluyor, gevezelik ediliyor daha doğrusu, lâkırdı kalabalığı…
O süreçte korkmayan, dimdik duran, mü’min vakarını, dâvâ adamlığı haysiyetini koruyan bir adam ve arkadaşları vardı: Muhsin Yazıcıoğlu ve o dönem arkadaşları.
Sonrası mı?
Sonrası hazin bir hikâyedir…
Ves-selâm…
Not : Geçtiğimiz hafta hakkında bu kadar çok fazla reklam yapılan ve bütçesiyle bir rekor olan “Fetih 1453” filmini seyrettik, Laboral A.Ş.'deki sevgili müdürlerim Halit bey, Maikail Bey, her iki Fatih Bey'ler ve onların değerli personelleri Şahin, Tamer, Kerem, Hasan Beyler ile brilikte. Yalnız gitseydim, onunca dakikada terk ederdim sinemayı. “Fetih 1453” filmi, Cüneyt Arkın ve Kartal Tiibet’in meşhur tarihî filmlerinden bile daha kötü. Cılkını çıkararak kullandıkları animasyon tekniklerinin hâricinde ki onlar da filmi sinema filmi olmaktan çıkarmış, bütün olarak bir rezalete dönüşmüş film. Hele bir Akşemseddin karakteri var ki filmde evlere şenlik, ağzı tükürükle dolu, şişko ve diyalogları akıllara ziyan derecede kötü. Fatih’in samuraya benzeyen ve transparan beyaz kıyafetleri ise şaka gibi. Kısaca “Fetih 1453” zaman kaybından başka bir şey değil. Ancak 11-12 yaşındaki çocukları için bir “dövüş filmi” olarak geçer kayıtlara… 40ambar sinema yazarımız Adnan Şenel filmle ilgili ne düşünüyor merak ediyorum doğrusu..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi