Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Adnan İslamoğulları > Ülkücü Hareketin 12 Eylül’le bitmeyen imtihanı…

Ülkücü Hareketin 12 Eylül’le bitmeyen imtihanı…


Türkiye’nin darbelerle imtihanının önemli ve dramatik bir cüzüdür aslında Ülkücü Hareketin 12 Eylül’le bitmeyen imtihanı…


Milleti ve vatanı korumakla vazifeli Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, “madem canını ve toprağını ben koruyorum, o halde aslında ülkeyi de ben yönetmeliyim” diyerek devirdikleri hoşaf kazanlarının hikâyesi bu biraz da..


“27 Mayıs’a sahanda yumurta yerken karar verdik” diyecek kadar pervâsız birkaç komutanın haleflerinin ve seleflerinin hikâyesi...


Sorguda jop sokularak işkence yapılan kızlarla alâkalı olarak, “elimizde aslan gibi delikanlılar var, neden jop kullanalım!” diyen bir ahlâksız paşanın da hikâyesi…


“Asmayalım da besleyelim mi?”diyen bir generalin hikâyesi…


“Şartların olgunlaşmasını bekledik…” diyerek aslında bekledikleri zaman içinde binlerce vatan evlâdının ölümünü beklediğini itiraf edecek kadar vicdansız bir başka generalin hikâyesi…


Pek de başarılı olmayan Kıbrıs Çıkarması haricinde savaş görmemiş, PKK ile terörde başarı sağlayamamış ve on binlerce Mehmetçiğin buğday başağı gibi biçilmesinin önüne geçememiş bir ordunun içindeki muhteris subayların bitmek tükenmek bilmeyen yönetme ihtirasının hikâyesi…


Kendilerini yasamanın, yürütmenin, yargının ve milletin üzerinde gören,  milletten soyutlanmış lüks hayatlarını devam ettirmek isteyen, istedikleri her ân istedikleri işe karışmayı kendilerinde hak gören, istedikleri zaman düdüğü çalarak demokrasiye son veren, balans ayarları yapan, her türlü provokasyona imza atıp sosyal çatışmalardan güç devşiren birkaç muhteris subayın ve yapının güçlerini sonsuza kadar devam ettirmek istemesinin hikâyesi bu…


Türk demokrasisinin üzerindeki, parası millet tarafından ödenen silahın gölgesinin hikâyesi bu.


Ve bu kanlı, dramaik, trajik hikâyenin en önemli bölümlerinden birisi de ’78 neslini tanklar altında ezen, işkencelerde öldüren, cezaevlerinde çürüten 12 Eylül 1980 Darbesi…


4 Nisan 2012, bugün Ankara’da başlayan duruşma 12 Eylül Darbesinin yargılandığı gün…


Bahse konu yargılamanın hukukî bir neticesi çıkar veya çıkmaz, fakat darbenin iki önemi ismi Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın “sanık sandalyesine” oturmaları, hâkim salona girdiğinde “ayağa kalkmak zorunda kalmaları”, salonu dolduran müdâhillerle “yüz yüze gelmeleri”, Selçuk Durack ve Halil Esendağ’ın aileleri ve 12 Eylül Darbesinde bizzat işkence görmüş insanlarla “sanık sandalyesi”nde “yüz yüze gelmeleri” 1980 sonrasının en önemli siyâsî neticesidir…


Bütün cadde ve sokaklardan, bütün kışlalardan, darbelere karışmış, başta Kenan Evren ve şürekâsı olmak üzere bütün rütbelilerin “isimlerinin kazınacak olması” 1980 sonrasının en önemli siyâsî neticelerindendir.


Darbecileri ve dolayısıyla onların bürokrasisini korumaya alan ve 1983 sonrasında hiçbir siyâsî iktidarın dokunmaya cesaret edemediği geçici 15. Madde’nin kalkması yine 1980 sonrasının en önemli siyâsî neticelerindendir.


Bu yargılamada Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’ya verilecek ama yaş haddinden uygulanmayacak olan “müebbed hapis cezası” 1980 sonrasının en önemli siyâsî neticelerinden olacaktır.


12 Eylül Darbesi’nde bizzat işkenceci olarak görev yapmış asker ve polislerin haklarında açılacak olan dâvâlar, 12 Eylül Darbesi’nde bizzat görev alan ve yüzlerce işkence vakasına “işkence yoktur” raporu veren ahlâksız doktorlar hakkında açılacak olan muhtemel yargılamalar da yine 1980 sonrasının en önemli siyâsî neticelerinden olacaktır.


Bu süreci başlatan mevcut iktidara olan muhalefet ve hatta düşmanlık bu gerçeği değiştirmeyecektir. Şimdiye kadar AKP’ye bir tek oy bile vermeyen ve bundan sonra da AKP’ye oy vermeyecek olan bu satırların yazarı için bu mesele bir vicdan ve ahlâk meselesidir, Ülkücü geçmişime ve geleceğime bir saygı meselesidir.


4 Nisan 2012, bugün Ankara’da başlayan duruşma 12 Eylül Darbesinin yargılandığı gün…


Ankara adliyesinin önündeki tablo Ülkücü Hareket açısından bir sefâlet tablosudur, bir rezâlet tablosudur, bir utanç tablosudur, Ülkücü Hareketin 12 Eylül’le bitmeyen imtihanının bir zillet neticesidir.


Her türlü sol örgüt fraksiyonunun yer aldığı, darbenin mağduru olmuş sol örgüt üyelerinin büyük resimlerinin bulunduğu ve binlerce insanın şâhitlik ettiği o günde, 12 Eylül’ün her türlü zulmüne mâruz kalmış Ülkücü Hareketin organize değil, gönüllü birkaç kişiyle orada ancak bulunabilmesi utanılacak bir tablodur.


Ülkü Ocakları’nın kuruluşundan bu yana bütün başkanlarının ve yöneticilerinin orada olmasını organize etmeyen, oraya binlerce Ülkücüyü getiremeyen Ülkücü Hareket bir kez daha darbeyle imtihanında boynu yere eğilmiştir.


Zevâhiri kurtarmak ve insan içine çıkabilmek maksadıyla verilmiş bir “müdâhillik dilekçesi”nin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.


Ankara Adliyesi’nin önünde olması gereken o göstermelik dilekçe paçavrası değil, Ülkücü Hareket’in kendisi olmalıydı. Şikâyetçi olunan MHP’nin kapanması ve mal varlıklarının elinden alınması değil, arkadaşlarımızın akan kanları ve uğradığımız zulüm olmalıydı.


Ama yok.. Olmadı..


Ülkücülerin kurumsal anlamda 12 Eylül Darbesi ve o zihniyet ile ciddi bir problemi yok.  O zihniyete ve dolayısıyla işkencecisine aşık bir devlet telâkkisiyle ortaya çıkacak olan, çıkan manzara budur ve bu manzara utanılacak bir manzaradır, zillettir...


4 Nisan 2012 yani bugün ile ilgili samimi gayretlerini yakından bildiğim Ramazan Akgün ve Osman Başer ve orada gönüllü olarak bulunan arkadaşlarımız bile bütün samimi gayretlerine rağmen bu gerçeği değiştiremeyeceklerdir.


Bir kez daha yazalım, Ülkücü Hareketin raconu bitmiştir, geriye ise bir neslin hatıraları ve her türlü idealden soyutlanmış “siyâsî teşekkülün” tepesindeki gemlenemez ihtiras ve ihtiras mücâdelesi kalmıştır…


Yazık olmuştur…

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS