
‘Bundan iyisi Şam’da kayısı mı?’
Haftalardır elim klavyeye gitmiyor..
Aslına bakarsanız ortalık haber dolu, yorumlanmayı ve yazılmayı bekleyen…
Fakat, hiç ama hiç yazasım yok…
Bir şiir, şairini hatırlamıyorum, Selçuk Yöntem güzel okumuş..
“Bitince, çekip gitmeli.
Uzatmalarda gol atma hayaline kapılmadan,
sessizce, efendice terk etmeli sahayı.
İster bir iklim, bir şehir, ister bir aşk,
bir insan, ister bir savaş, bir inanç olsun;
yenilince, tüketince direnmemeli.
Bırakıp gitmeyi, yaşanmış olanın güzelliğini korumayı bilmeli”.
Sırtı minderden kalkmamış, bilmem kaç roundtur ringde dayak yemiş bir nesil olarak, ölmemiş, yıkılmamış ama hakemin elini havaya kaldırmadığı bir nesil olarak uzun yıllardır en iyisi hep bırakıp gitmek, yaşanan güzellikleri korumayı bilmek hissiyâtı gâlip geliyor bende.. Belirli zaman aralıklarıyla bu kez de bu hisse mağlûp oluyorum, bakınız yine bir mağlûbiyet.. Ne kadar da çok ‘mağlûplar’ yazısı yazdığımı fark ediyorum. ‘mağlûplar’ yazısı yazmaktan mı mağlûp oluyoruz yoksa mağlûp oldukça ‘mağlûplar’ yazısı mı yazıyorum, bilmiyorum…
Bir tortu gibi içimize yerleşen his yalnızca mağlûbiyet, bunu biliyorum...
Belki de hudutsuz bir tenezzülsüzlükle yaşayınca hayatı, müsâbaka denen şeyin ne olduğunu anlamıyoruz, müsâbık ruhlu değiliz yani… Müsâbık ruhlu olmayınca herhangi bir müsâbakayı kazanma ihtimâlimiz de çok naif şartlara bağlı kalıyor, o naif şartlar da reel değil, tecellî etmiyor…
Bu ahlvâlde de yazmanın anlamını yitiriyoruz tekrar tekrar...
Bazen kendimizi rehabilite ediyoruz, yeni nesiller için yazmak falan diyerek. Oysa yeni nesillerin hayalleri yok, fazlaca realistler. Kuvvetli bir tatmin hissiyle malûl yeni nesiller. Tatmin olan insanın hayal kurma ihtimâli var mı?
* * * * *
Dışarıdan bakıldığında ülkede de gerçekten kuvvetli bir tatmin olmuşluk duygusu hâkim.
Duble yol mu? Yapılıyor.
Hızlı tren mi? Yapılıyor.
Konut açığı mı? Şehir yiyen bir canavara dönüşen TOKİ bu açığı kapatıyor.
Dışpoltika mı? Önüne gelene atar-gider yapan bir dışpolitikamız var.
Ekonomi mi? Şikâyet eden yok, elinde tencere-tava yürüyen yok.
Her şey yolunda gibi görünen bir ülkeyiz, iktidarın alternatifi de görünmüyor. Muhalefetin iktidar olmak gibi bir derdi de yok zaten. Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Allah’ın bir lûtfu iktidar için. Bir diğer Muhalefet Partisi Genel Başkanı zaten iktidar partisinin içindeki muhtemel bir karışıklık için “Allah korusun, ülke için kötü sonuçlar doğurur” diyor.
“Bundan iyisi Şam’da kayısı” gibi duruyor her şey..
Ama yine de rahat değiliz…
Yıllardır dalga dalga gelen darbe soruşturmaları ve mahkemelerinde boğulmayan ülke bir ânda 28 Şubat dalgalarında boğulma tehlikesi geçirdi.
Üzerinde “28 Şubatçılar neden yargılanmıyor?” baskısı bulunan hükümet, 28 Şubat ile alâkalı olarak gelen daha ilk dalgaların içine ‘can simitleri’ attı ve Başbakan:
“Bunlar toplumun huzurunu da doğrusu kaçırıyor. Bundan bizler de ciddi manada rahatsızız. Yani atılması gereken adımlar atılır, biter, geçer. Ama bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe o dalgalarda Kusura bakmasınlar ülke boğulur” dedi.
Kimler kusura bakıyordu ki?
O kusura bakanlar daha önceki dalgalarda neden bakmadılar?
Kimse bir şey sormadı. 28 Şubat’ın üzerindeki o esrârengiz tül de kalkmadı…
Kimse bu durumdan şikâyetçi olmadı, kıyâmet kopmadı. Üzerine Fenerbahçe ve Galatasaray arasındaki şampiyonluk stresi de binince ülke süt liman oldu gene…
Şimdi ne yazacağız bu konuyla ilgili? Yazsak ne olacak?
* * * * *
Bir şike dâvâsıdır gidiyor, kıyamet koparıldı, insanlar cezâevlerine dolduruldu.. M A. Aydınlar’a yaptırılamayanlar her ne ise, zengin babanın tüpçü oğlu ile ikâme edildi ve ona yaptırıldı, isminde ‘etik’ gibi bir kelime olan kurul açıkladı; bir de baktık ki şike mike yokmuş!..
Bütün mesele, Fenerbahçe’yi cemaat ele geçirmeye çalışıyormuş. Breh.. breh.. Ne cemaatmiş ama!.. ‘Ortaçağın Gargantuası’ mübârek, yedikçe iştahı kabarıyor!.. En iyisi mi ülkenin tapusunu verelim de kurtulalım bu cemaatle alâkalı, ‘onlar her yerdeler’ fobisinden ve fobi olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşsün, ne istiyorlarsa açıkta, aydınlıkta yapsınlar. Nasıl olsa bir gün yorulacaklar…
Ne yazacağız şimdi bu konuda? Yazsak ne olacak ayrıca?!
* * * * *
MHP’de kongre var.. Salı günlerinin acar Genel Başkanı Devlet Bahçeli şimdilik yine ve yeniden aday gibi görünüyor. Ülkenin ona ihtiyacı var ne de olsa!.. Onun sükûnetine, onun soğukanlılığına, onun ayıplı kasetleri bile çıksa kurmaylarına olan sadâkatine, onun bilge liderliğine, onun kamyoncu muhabbetlerine, onun otomobil merâkına, onun ikidara olan naif hassasiyetlerine ihtiyacı var ülkenin…
Bırakıp çekildiğinde nasıl Deniz Baykal’a kadar varan ısrarlara dayanamayıp geri döndüyse, şimdi de yine aynı hislerle aday olacak gibi…
Karşısındakilere karşı en büyük kozu elindeki mühür.. fesih yetkileri..
Hoş, karşısında da şimdilik şöyle ‘deve dişi’ gibi bir rakip de yok.
Bunca yılın Ülkücü Hareketi aday kabızlığı yaşıyor.
Ne yazacağız şimdi bu konuda? Yazsak ne olacak ayrıca?!
* * * * *
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi