Bildiğimiz tek şey uçağımızın düştüğü, gerisi müteselsilen yalandan ibâret…
22 Haziran tarihinde düşen askerî uçağımızın ardından başlayan karanlık devam ediyor…
Ortalıkta dolaşan haber ve yorumların haddi hesâbı yok, ama bildiğimiz bir tek şey var, o da uçağımızın düştüğü, iki pilotumuzun şehit olduğu.
Bir ülkenin askerî bir uçağı düştüğünde / düşürüldüğünde gözler o ülkenin hükümetine çevrilir.
Başbakan, Dışişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı böyle bir krizin kilit isimleridir.
Şüphesiz hemen savaş çığlıkları atarak, elde kılıç düşmana savlet etmeleri beklenmez bu üçlünün, sâkin ve soğukkanlı olmaları icâb eder, devlet diliyle ve devletlerarası hukuku gözeterek açıklamalar yapmaları da vazifeleri icâbdır.
Buraya kadar anlaşılmayacak bir şey yok…
Fakat ardında binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin böylesi bir krizi yönetme biçimi akıllara sezâ…
Hükümet ‘uçak düşme krizi’ni adetâ bir ‘mahalle kavgası’nı halleder gibi hareket ediyor..
Güvenlik angajmanlarını değiştiriyor, sınıra yığınak yapıyor ve tehdit ediyor… Her gereği yapılamayan her tehdit gibi, hükümetin tehditleri de ‘zillet’e dönüşüyor Türkiye için.
Başbakan, 23 Haziran günü erken saatlerde yaptığı açıklamada, “İlgili kurumlarımızın sağladığı verilerin değerlendirilmesi ve Suriye ile yürütülen ortak arama kurtarma faaliyetleri çerçevesinde elde edilen bilgiler neticesinde uçağımızın Suriye tarafından düşürüldüğü anlaşılmıştır” diyor.
Aradan 19 gün geçiyor ve 12 Temmuz’da yine aynı Başbakan, “22 Haziran’da Akdeniz’de uluslar arası sularda bir test eğitim uçuşu yapan askerî eğitim uçağımız düştü, kendilerine ulaşana kadar düştü dedik, düşürüldü demedik” diyor..
Bu iki açıklamayı yapan da Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tayyip Erdoğan.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “Suriyeliler vurdukları uçağın Türk olduğunu biliyorlardı. Elimizde (Suriyelilerin) telsiz kayıtları var. Uçağın Türkiye'ye ait olduğu yönünde konuşmaları mevcut” diyor..
Genelkurmay Başkanı, “Rapora göre, malzemeler üzerinde petrol türevi yangın başlatıcı ve hızlandırıcı madde profiline, organik ve inorganik patlayıcı madde artığına ve herhangi bir mühimmata ait olduğu değerlendirilen bulguya rastlanmadı.” diyor.
Amerika ve Rusya, uçağın düşmesiyle ilgili bütün bilgilerin elerinde bulunduğunu ifade eden açıklamalar yapıyor.. Rusya, durumun ‘nezâketi’ sebebiyle açıklamayacağını söylüyor..
Türkiye Cumhuriyet Hükümeti bu arada ne yapıyor?
Tek kelime ile saçmalıyor…
Sanki ‘çuval hadisesi’nde prestijini kurtarmış gibi, sanki ‘karakol baskınları’nda prestijini kurtarmış gibi ‘uçak krizi’nde kurtaracakmış gibi mütemâdiyen ‘efeleniyor’. Bu efeliklerin sahte olduğunu kimsenin fark etmediğini sanıyor ya da ‘efelenmek ve kolpa yapmak’ gibi bir vazife yüklenmiş üzerine...
Yalnızca ‘uçak krizi’nde değil her meselede aynı saçmalık, aynı düzeysizlik, aynı devlet görgüsüzlüğü yapışıyor AKP Hükümetinin üzerine.
Samsun’da sel felâketi yaşanıyor, vatandaşlar canını kaybediyor, malını kaybediyor.
TOKİ ve Başbakana sorarsanız, sanki Samsun’da yaşanan bir “sel felâketi” değil, ‘sel olimpiyatları’ ve vatandaş bodrum kattan yüzerek dışarı çıkamadığı için suçlu ilan edilecek.
“Yüz yıllık âfetler yaşanıyor, 500 yılda bir görülecek şekilde sel geliyor” diyor Başbakan, yani işkembe-i kübrâdan sallıyor her zamanki gibi, adetâ bir Kasımpaşa kahvehânesinde az buçuk okumuş bir memurun, vatandaşlara salladığı bir okey masasında konuşuyor.
Fakat istatistikler Başbakanı yalanılıyor. 1967 yılında 24 saatte 245 kg, 2005’de 24 saatte 113 kg ve bu selde 24 satte sadece 68 kilogram yağmur düşüyor Samsun’a..
Başbakan eline tutuşturulan yalanları Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı olarak bütün ülkeye söylüyor..
Bunlar yazıldığında ise küplere biniyor.
“TOKİ bu salvolarla yıkılmaz” diyor..
TOKİ salvolara değil, sellere kapılıyor…
* * * * *
PKK, Tunceli-Erzincan karayolunda araçları durdurup 'kimlik kontrlü' yapıyor.. 150 vatandaşımızı araçlarından indiryor, propaganda yapıyor, kimlik kontrolü yapıyor ve bütün bunları da devletin polisi gibi eli,ni kolunu sallaya sallaya yapıyor.. Sanki 'Oslo anlaşması'(!) hayata geçmiş ve PKK bölgede(!) polis görevini üstlenmiş gibi.. Sanki o bölge(!) sınırlarımız dahilinde değilmiş gibi..
Ve içişleri Bakanı bu 'kepâzeliği' hiç ama hiç üzerine alınmıyor, tabii Başbakan da....
* * * * *
KPSS sınavının soruları bir dershânenin sitesinde yayınlanıyor, skandal patlayınca hemen kaldırılıyor.
Sicili bu konularda epey kabaran ÖSYM Başkanı eveleyip geveliyor.
Başbakan ona da sahip çıkıyor..
Başbakan artık nerede bir yalan var, nerede bir kötülük var, nerede bir hata var, ayıp var ona sahip çıkıyor..
“Burası Türkiye, Kasımpaşa değil…” diyecek kimse de yok..
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi