"Birkaç Mehmet’i şehit etti diye, her gün PKK’nın Türkiye’nin gündemini oluşturmasına müsaade etmemeliyiz" (AKP Genel Başkan Yarımcısı Hüseyin Çelik)
Siyasal İslâm’ın, usûl, erkân, tâlim, terbiye, haram, helâl bilmeyen şımarık, mirasyedi çocukları…
Siyâsî liderler seçim başarısının arkasından evlerinde bir mülâkat veririler, âdettendir.
Bu mülâkat, onların ev hâllerine, aile yaşantılarına ve hususî zevklerine dair de bir propagandadır aynı zamanda. Liderlerin hemen hepsi bu mülâkattan geçerler.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da böyle bir mülâkatı 32. Gün’de Mehmet Ali Biran’da vermişti.
Evde çekilmiş görüntülerin arasında Birand soruyor ve Başbakan cevaplıyordu. Yüksek bir oyla tek başına iktidar olmuş bir Başbakanı tanımak isteğiyle ekran başında dinledim kendisini. Bir zamanlar, “Biraz da insan Atatürk’ü konuşalım” şeklinde saçmalıklar vardı, ona benzer bir proğramdı bu da.. “Peki evdeki Erdoğan ne yapar, nasıl bir babadır, neler okur, neler dinler” gibisinden sorulara cevap veriyordu.
Birand, “Sık sık medeniyet sözcüğünü kullanıyorsunuz, nedir sizce medeniyet?” diye sordu.
Tamam, dedim, iyi bir soru.. ‘Küp içindekini sızdırır’ misâli, Başbakanın entelektüel birikimine dair bir kanaat hâsıl olacak..
Başbakan, yine kürsüde konuşuyormuş ses tonuyla cevap verdi, medeniyet kelimesindeki y harfinin şeddeli kullanarak..
“Medeniyyet: Kökü mâzide olan âtidir dedi, Yahya Kemâl’den bir iktibas ile.
Bekledim, bu cümlenin üzerine bir medeniyet kurgusu yapacak diye.. Ama sustu.. Medeniyete dâir söyleyebileceğinin hepsi buydu. Millî Gençlik Vakfı kürsülerinde okuduğu şiirler, her soruya cevap verebilmesi için hâfızasına bir mısra da olsa yüklemişti. Anlaşılan okuduğu bir dörtlük ile girdiği cezâevinden(!) iktidara yürütülen Başbakan, siyâsî hayatını da şiirlerle devam ettirecekti.
Mülâkatın sonuna doğru, Birand, “evde müzik dinler misiniz?” sorusunu sordu. Müzik, bir başbakanın zevklerini ortaya koyması açısından en önemli kriterlerdendi, en azından benim için.
Eşine bakarak cevap verdi Başbakan. “Tabii ki dinleriz, bu aralar sürekli İbrahim Erkal dinliyoruz meselâ…”
O aralar kulakları tırmalayan bir şey vardı, “canısııı.. canısıııı, ömrümün yarısıııı…”
Televizyonu kapatıp, kendi kendime “yazık oluyor bu ülkeye…” dediğimi hatırlıyorum yalnızca…
O günden bu yana aynı Başbakan yönetiyor bu ülkeyi ve bu ülkeye yazık olmaya devam ediyor.
* * * * *
Başbakanın çalışma arkadaşları da aynı tornadan çıkmışlardı.
2003 yılı Eylül ayında PETKİM özelleştirilmesi konusunda, “Ülkenin işgal altına girdiğini söylüyorlar. Gelsinler işgal etsinler” diyerek, aynı yılın Nisan ayında Tekel’in özelleştirilmesi konusunda “Babalar gibi satarız” diyerek, SEKA’nın özelleştirilmesiyle ilgili olarak yapılan ‘yağma’ eleştirilerine, “Staratejik yer imiş. Ne stratejisi, önemli olan müşteri bulmak. Müşteri gece gelsin, pijamayla çıkarım karşılarına. Seviyorum bu işleri arkadaş” demişti Başbakanın “Kemal Abi” diye hitap ettiği en yakın çalışma arkadaşlarından Kemal Unaktıan. Tedavisi için eşinin kameralar karşısında, “İstihârede Clevlend çıktı, Rabbim bize Clevland’ı gösterdi” dediği Kemal Unakıtan.
Akademik kariyerindeki tezlerden biris hakkında ‘intihal’ suçlaması bulunan Başbakanın Bakanı Ömer Dinçer, 2010 yılı Mayıs ayında Zonguldak’ta grizu faciasında hayatını kaybeden madenciler için “Bedeninde herhangi bir yanık yoktu, güzel öldüler” deyivermişti yine milletin gözünün içine baka baka..
29 Ekim 2011’de Vdepremindeki kurtarma faaliyetleriyle ilgili olarak, Başbakanın bir diğer Bakanı Beşir Atalay, “Hangi ülkeler hemen aradı, yardım gönderme teklifinde bulundu, elimizde listeler var. Tabii öncelikle kendi potansiyelimizi görmek amacıyla arama kurtarma yardım ekipleri bekletildi” derken de, potansiyeli görmek için arama kurtarma ekiplerinin bekletilmesinin kaç cana mâl olduğunun hesabını yapmıyordu.
Bu listeleri uzatmak mümkün ve çok kolay.. Cesimli bir kitaba konu olacak kadar çok malzeme var Başbakan ve çalışma arkadaşlarından sâdır olan.
2005 yılı Nisan ayında halka seslenirken “Satılık böbrek var” yazılı bir pankart açan vatandaşa, “Kusura bakma sakatatçı dükkânı değil burası” diye cevap veren, 2006 yılı Aralık ayında “İki senedir anamız ağlıyor” şeklindeki tepkisine, “Haydi ananı da al git buradan” diye cevap veren, 2009 yılı Aralık ayında köşe yazarlarına hitâben, “Ne kadar az yazarsanız ülke o kadar huzur bulur” diyen, sonra hızını alamayıp, 2010 yılı Şubat ayında AKP genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında, “Köşe yazarları her istediğini yazamaz, patron gerekirse kusura bakma sana burada yer yok, demelidir, maaşını ödediği yazarlara hâkim olması gerekmektedir” diyen bir Başbakanın çalışma arkadaşlarının kıymetlerinin de Başbakanlarından menkûl olmasından tabii ne olabilirdi?
2011 Haziran ayında Ankara’daki Hopa mitinginde polis tarafından kalçası kırılan Halkevleri MYK üyesi Dilşad Aktaş için “Kız mıdır kadın mıdır bilemem” diyen bir Başbakanın ve çalışma arkadaşlarının devletin en tepesinden bu ülkeye yaydıkları uslûpsuzluk, bu kadronun şuur altındakilere dâir en bâriz göstergelerdir.
21 Şubat 2010 tarihinde AKP Kahraman Maraş milletvekili Avni Doğan’ın, “Eğer biz birazcık tökezlersek bu Ergenekoncular falan halktan bu defa çok kötü intikam alır. Bu memlekette kimin kızının başı örtülü, hepsini fişlemişler. Kimin çocuğu İmam Hatip'e gidiyor hepsini fişlemişler. Kim muhafazakar, kim Ramazan’da oruç tutuyor hepsini fişlemişler.Eee şimdi biz onları fişliyoruz. 40 sene onlar bu halka yaptı, inşallah sıra bizde. Yapmaya çalıştığımız bu..” şeklindeki sözleri de yine AKP kadrolarının şuuraltındaki devlet telâkkîlerinin en mütebâriz örneklerinden birisidir.
* * * * *
Saymakla bitmez bu tür örnekler, yüzlercesi sıralanabilir…
Siyâsî güçlerinin kendilerine sağladığı ‘güç şehveti’nin salgılarıdır bunlar.
Son ve belki de en kötü örneklerinden birisi AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’ten geldi bugün.
CHP milletvekili Hüseyin Aygün’ün PKK tarafından kaçırılmasıyla ilgili olarak CHP’nin “TBMM olağanüstü toplansın” çağrısına cevap verirken, “PKK bomba patlattı diye, bir yeri bastı diye, birkaç Mehmet’i şehit etti diye, her gün PKK’nın Türkiye’nin gündemini oluşturmasına müsaade etmemeliyiz” dedi.
Birkaç gün önce Mehmetçik tarafından 'etkisiz hâle getirilen' yeğeniyle alakalı mıdır bu sözleri bilemeyiz, fakat şehit olan Mehmetçikler, (Hüseyin Çelik’in zihinde yalnızca Mehmet) bu kadroların zihinlerinin gerisinde yalnızca “birkaç Mehmet”ten ibâret. Yani eğitim zâyiâtı gibi, Mehmetçikler de ‘terör zâyiâtı’ bunlar için, yalnızca sayısal değerleri var.
Hükümetlerinin koruyamadığı karakollarda PKK’nın kurşunlarıyla şehit olan, hükümetlerinin koruyamadığı karakolların nöbetçi kulelerinde PKK’nın roketleriyle Ramazan günün paramparça olan ve mübârek naaşları birbirine karışan Mehmetçikler, bu kadroların zihninde ‘birkaç Mehmet’ten ibâret.
Siyasal İslâm’ın, usûl, erkân, tâlim, terbiye, haram, helâl bilmeyen şımarık, mirasyedi çocukları bunlar.
Yazık oluyor bu ülkeye!...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi