Bir sorumlular fotoğrafı
Devletin zirvesi bir felâketin hizâsında el bağlayıp, saf tuttu.
Gaziantep’te gerçekleşen ve aralarında küçük çocukların da bulunduğu bombalı eylemde hayatını kaybeden 9 vatandaşımızın cenâze merâsiminde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Muhalefet Partisi Liderleri, Bakanlar ve Milletvekilleri, şehitlerin cenâze namazında yan yana durdular.
Fotoğraf her ne kadar bir birlik fotoğrafı, felâketin hizâsında saf tutmuş bir devlet zirvesi fotoğrafı gibi görünse de ve belki bir nev’i öyle olsa da, diğer yandan bir ‘sorumlular fotoğrafı’ydı aynı zamanda.
‘Oslo görüşmeleri’ni “tâlimatı ben verdim” diyerek sâhiplenen Başbakan, Yeni Anayasa çalışmalarını yürüten Cemil Çiçek, ’Habur kepâzeliği’ni savunan Beşir Atalay ve hükûmetin diğer üyeleri, iktidârın bir milletvekili tarafından eylem ihtimâline karşılık uyarılan Gaziantep Emniyet Müdürü, olaydan 6.5 saat önce bu ihtimâli kendi aralarında konuştuğunu söyleyen iktidar partisi milletvekilleri, meselenin ‘truva atı’ Ana Muhalefet Partisi Lideri Kemâl Kılıçdaroğlu ve muhalefetin ne olduğundan bî-haber Devlet Bahçeli o fotoğraftaydı.
Ve o fotoğraf aynı zamanda bir ‘sorumlular fotoğrafı’ydı.
Üst üste üç kez tek başına yüksek oy çoğunluğuyla iktidara gelen ve Meclis’ten her istediği kanunu çıkarabilecek sayıya ve irâdeye ve dahi zaman zaman kabiliyete sâhip bir iktidar, bayramı kana bulayan bu ‘kâtiller sürüsü’ karşısında aradan geçen on yılın sonunda bile hâlâ ‘kanları yerde kalmayacak’ diyorsa, bu iktidârın terör meselesini halletme irâdesinden söz edilemez.
‘Kanları yerde kalmayacak’ cümleleri henüz daha ajanslara ulaşmadan ve cenâzeler toprağa verildikten birkaç saat sonra Şemdinli’den bir başka eylemin haberi geliyor ve yine 5 askerimiz şehîd oluyorsa, bu iktidârın terör meselesinde -en iyimser bir yorumla- aczinden başka konuşulacak bir tarafı yoktur.
“Annemin kokusunu almadan yaşayamam” diyen Başbakan, civan gibi evlâtlarını toprağa veren annelerin-babaların evlât kokusunu almak için yüzlerini evlâtlarının şehit kabirlerindeki toprağa gömerek bayram yaşadığı bir Türkiye’nin başbakanı olarak nasıl yaşıyor, bu sorunun cevabını vermeli ve bir ân evvel teröre karşı ciddi tedbirler almalıdır.
II. Abdülhamit için, “Açesumatra’dan istihbarat alırdı ama Yıldız’da altını oydular fark etmedi” denir. Ortadoğu’da aktif rol almaya çalışan MIT’ten Gazianetep’teki istihbarat zafiyetinin hesâbı sorulmalıdır.
Gaziantep’teki katliâmın arkasında ister Suriye olsun, ister kim olursa olsun, sorumluluk sâhibi olan iktidardır. Gereğini yapma vazifesi iktidarındır. Ahmet Türk’e atılan bir yumruğun hesâbını bürokrasiden soran hükümet, Sakarya’dan çalınan ve trafik cezası yiye yiye Gaziantep’e gelen araçla ilgili ihmâllerin de hesabını sormalıdır.
Eylemi Suriye’ye fatura etmekle kimse sorumluluktan kurtulamaz. Kaldı ki Suriye’ye fatura edilecekse eğer, Suriye’ye bu faturayı ödetmek de iktidarın işidir.
Şehir yiyen canavara dönüşen ve altı ayda şehirlerin ortasına binlerce, on binlerce ucûbe dikiveren TOKİ, bir seneyi aşkın bir süredir karakolların inşaat ve tahkimini neden bitiremez, bunun hesabı sorulmalıdır.
Ayrıca, binlerce kilometre yol kat ederek, Kandil dağındaki kâtiller sürüsünün ele başlarıyla röportaj yapan ve o kâtiller sürüsünün elebaşından bir ‘barış adamı portresi’ çıkarmayı başaran Avni Özgürel gibi, Kandil’de karşılaştığı bir örgüt mensubunun başına bir şey gelir diyerek endişeye kapılan ve o Mehmetçik kâtilini oğlu gibi hisseden Ahmet Altan gibi, Gaziantep’e ateş düşmüşken, bir yaşındaki bebek ve üç çocuk ve beş vatandaşımız bombalarla hayatın kaybetmişken, yazısına “BDP’li Bektaş: PKK silah bıraksın istiyoruz” şeklinde başlık atan ve yine yazısında Uludere’den Roboski diye bahseden, Uludere köylülerinin uçuruma yuvarlanan askerlerin yardımına nasıl koştuklarını anlatarak PKK adına imaj çalışmasına bir katliamın, bir kan gölünün ortasında bile devam eden, Gaziantep eylemini kontrgerillaya havale eden BDP Genel Başkan Yardımcısının açıklamalarıyla sütununu dolduran Oral Çalışlar gibiler, konuyu pas geçen Cengiz Çandar gibiler, Hasan Cemâl gibiler şehît cenâzelerinde neden saf tutmazlar, ‘tutamazlar’, bunlar da bu sorunun cevaplarını vermeliler.
Gaziantep’teki katliam PKK’nın eylemidir. PKK imaj oluşturucuları istedikleri kadar eylemi kontrgerillaya, Ergenekon’a, Suriye’ye havale ederek bilgi kirliliği oluştursunlar, bu eylem PKK’nın eylemidir. İster taşeron olarak, ister planlayıcı olarak PKK’nın eylemidir. Temmuz 2008’de İstanbul Güngören’de patlatılan bombayla ölen hâmile kadın ve 18 kişinin kâtili nasıl PKK ise, Gaziantep’te ölen küçük çocukların ve vatandaşlarımızın kâtili de PKK’dır.
Türkiye artık çok acil olarak yeni kararlar almak zorundadır.
Evvelemirde idam cezâsı kesin olarak geri gelmeli, ilgili yasal düzenleme derhal yapılmalı, Gaziantep’teki gibi kitlesel eylemlerin fâilleri, asker-polis katilleri, derhal yargılanarak, suçu kesinleşenler derhal idam edilmelidir.
Polisin yakın zamanda geri alınan yetkileri tekrâren arttırılmalı, bununla ilgili de yasal düzenlemeler derhal yapılmalı ve bölgedeki operasyonlarda güvenlik kuvvetlerine ‘vur emri’ verilmelidir.
TBMM çatısı altında PKK’nın siyâsî büro elemanı gibi çalışan BDP milletvekillerinin vekillikleri düşürülmeli, BDP kapatılmalı ve böylelikle silahlı PKK militanlarıyla sarmaş dolaş fotoğraflar veren vekillerin de önü açılarak, kendilerine dağdakilerle istedikleri ‘rahatlıkta’ sarılıp, öpüşme imkânı verilmelidir.
Bu ülkenin, bu ülkenin evlâtlarının canlarının, kanlarının bu kadar ucuz olmadığı artık cümle âleme gösterilmelidir.
Gelinen bu noktada artık kemâliyle tebârüz etmiştir ki, ’Bu ülke’de Kürt sorunu diye bir sorun yoktur, ’Bu ülke’de Kürt sorununun hiç ama hiçbir sosyolojik karşılığı yoktur. Türklerin ne sorunu varsa, ne kadar sorunu varsa Kürtlerin de o kadar sorunu vardır. ’Bu ülke’de terör sorunu vardır, Türkler için de, Kürtler için de terör sorunu vardır. Batı’nın kucağında beslenen, Batı’nın Ortadoğu’daki hesaplarının oynaşı olmuş ve bir cinâyet makinesine dönüşen PKK terör örgütü sorunu vardır. Bu sorunun hâl yolu da bellidir.
Dün Almanya için Baader Meinhoff ne idiyse, bugün Türkiye için PKK odur...
Hâmiş-i evvel: Gaziantep’teki cenâze töreninde bariyer oluşturup kimlik kontrolü yaparak, kırk yaş altı vatandaşları cenâze alanına almayan ve böylelikle hükümete yönelik muhtemel protestoların önüne geçme zekâsını(!) gösteren Gaziantep Valiliği ve Emniyet Müdürlüğü, politik endişelerinden kurtulup mesâisini istihbarata ayırma zahmetinde bulunsaydı o araç patlamadan yakalanabilirdi.
Hâmiş-i sâni: Bülent Arınç “Gaziantep’te istihbarat zaafı olmadığı kanaatindeyim” buyurmuş. Bu durum bir kanaat meselesi değil, bilgi meselesidir. Bombalı araç Sakarya’dan Gaziantep’e kadar ceza yiye yiye gelmiş ve şehrin göbeğinde patlatılmıştır. İstihbarat zaafı izahtan vârestedir. “Ama bundan başka pek çok olayı da önledik” savunması ise bir suçluluk ve eziklik psikolojisidir.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi