Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Adnan İslamoğulları > Böyle bir kader anlayışı 'Allah düşmanlarının yalanıdır'

Böyle bir kader anlayışı 'Allah düşmanlarının yalanıdır'



2010 yılının Mayıs ayında Zonguldak’ta meydana gelen maden kazâsında otuz maden işçimiz patlama nedeniyle hayatın kaybetti. 


Başbakan Erdoğan:  “Kader...”  dedi yalnızca...  


O dönemin Çalışma Bakanı Ömer Dinçer ise hayatını kaybeden işçilerin ailelerini oldukça rahatlatan(!) ve acılarını hafifleten(!) ve daha derinlikli (!) bir açıklama yaptı Başbakana göre:


“Acı çekmediler, güzel öldüler...” 


Bugün yine aynı filmi izliyoruz. 


“Kader, takdir-i ilâhî, kaza...” 


Afyonkarahisar’da cephânelik patlıyor, 25 askerimiz fecî bir şekilde hayatını kaybediyor, şehit oluyor. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu,  patlama ile ilgili, “takdir-i ilâhî” diyor ve ekliyor:


“Burası bir cephanelik, zaman zaman olabiliyor böyle kazalar. Pakistan’da, Hindistan’da da oldu. Acı bir hadise, bir kaza neticesinde olan bir husus, ben kaza olduğuna mutmâinim.” .


Bir kader klâsiği daha... Hükümet ve bürokrasi bir  “mutmainne kâfilesi”  âdeta... 


Kökü çok daha derinlerde bir meseledir aslında. AKP hükümeti ve seçkin(!) bürokrasisi omuzlarındaki sorumlulukları ince bir ustalıkla atarak, vicdanlarını rahatlatıp, kader telâkkîmize dâir akıllara sezâ örnekler sergilemeyi sefil bir sanata dönüştürdü.
Orası cephâneliktir ve patlaması da çok normaldir hatta mukadderdir. Cephânelik patlayınca da askerlerin ölmesi bir sebep değil, neticedir.  Devletin hiçbir sorumluluğu yoktur. Hele hele su işler bakanının hiç sorumluluğu yoktur, asıl yetkili mercîler göz önüne çıkmaz, o kameraların karşısına geçer ve meseleyi özetler:


“Takdir-i ilahî, kaza ve kader...” .


Başka ne olabilir?!


Gaziantep’te PKK’nın bombalama eyleminden sonra kameralar önüne Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’i atan ve onun gözyaşlarının ardına saklanan hükümet, Afyon’daki patlamadan sonra da kameraların karşısına Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nu attı...


Anlaşılıyor ki, hükümetin uhdesinde aslanların önüne yem olarak attığı bir ‘saçmalama kadrosu’ var ve onlar saçmaladıkça asıl sorumlular gürültünün oluşturduğu toz duman arkasında gizleniyorlar bu gibi durumlarda...


Bu hükümetin ve bürokratlarının kader telâkkîleri bir strateji değil aslında. Olan biten her şeye ‘takdir-i lâhi’ derken samimiler aslında, çünkü arızaları samimiyetlerinin içinde gizli.  İçinden geldikleri geleneğin İslâm’ı anlama biçimleri bu, öyle öğrendiler, öyle düşünüyorlar, maden ocağında ölenler için de, Gaziantep’te bombalarla parçalananlar için de, Afyon’da cephânelikte paramparça şehit olanlar için de öyle düşünüyorlar, takdir-i ilâhî, kaza, kader deyip geçiveriyorlar.


Bu arkadaşlar İslâmcı ya!. Biz de geçmişin izlerine tâkip ederek iki tarihî bahsi örnek verelim.


Önce bu tür bir kader telâkkîsinin tohumlarının atıldığı zamanlardan başlayalım.


İbn-i Kuteybe, “el-Maarif” adlı kitâbında, Ma’bed el-Cühenî ve meşhur tabiîn Atâ b. Yesâr’ın, Hasan Basrî’ye gelip Emevî melikleriyle ilgili olarak; “Ey Ebâ Saîd, bu melikler müslümanların kanını döküyor, mallarını alıyor.. sonra da kalkıp ’yaptıklarımız Allah’ın kaderi üzere cereyân ediyor diyorlar” diyerek sorduklarını, Hasan Basrî’nin ise onlara; ‘Bu Allah düşmanlarının yalanıdır’ dediğini nakleder.


Daha yakın zamanlarda, Ahmet Cevdet Paşa ‘Mârûzat’ isimli eserinde bir hâdise nakleder. 


1273(1857) senesinde inşâı tamamlanan Fethiye isimli kalyonun denize indirilmesi vesilesiyle bir merâsim yapılır. Merâsim bitmeden önce kalyon ansızın kendiliğinden kızak üzerinde kayarak denize iner. Zîrâ desteklerden birisi kırılmış ve kalyonun bu kendiliğinden denize inişi bir kaç kişiyi yaralayıp, bir kaç âdemi de katleden bir kazâ hâline dönüşmüştür. Fakat ne yazık ki bu duruma vâkıf olmayan İstanbul kadısı ve Tekirdağ müftisi bunlardan bîhaber olmakla geminin kendiliğinden hareketine bir mânâ veremeyip ve zihninde kalyonu ‘meleklerin indirdiğine’ kanaat getirerek, bu kanaatini yanındaki zevâttan birine söyler. Fakat oradaki zarîflerden birisi de:


 “Evet, bu kalyonu melekler indirmiş olmak muhtemeldir. Lâkin işin içine şeytan da karışmış olmalı ki, bir kaç âdemin helâkine sebep oldu!” der.


Ahmet Cevdet Paşa ‘Mârûzat’ın devam eden sahifelerinde zamanının ilmiyye sınıfının bu tür saçmalıklarıyla alay mevzuu olduğunu yazıyor, bu günkü iktidarın siyaset ve bürokrasi erbâbının söylediklerini duysaydı herhalde kepâze olduklarını söylerdi.


Sâhi, maden ocağındaki patlama kader, Afyon’daki patama takdir-i ilâhî, Samsun’daki sel felâketinde TOKİ’nin sorumluluğu yok ve bu da bir kaza. Peki,  YÖK’ün yeni başkanıyla yaptığı tüm sınavlardaki  “şâibeler”  de  “kader”  midir acaba? AKP ûlemâsı ne der buna? AKP’nin kader kitabındaki yeri nedir bu sorunun? 


Kaderdir o kader!..

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS