Zihnî Gettolar…
Hayrettin Karaman, yaşı kemâle ermiş önemli ve artık aksakallı fıkıh âlimlerinden.
Hepimizin islâmî birikiminde bir şekilde hissesi vardır, hepimiz bir şekilde kendisinden istifâde etmişizdir ve fikir dünyamızda yer alan önemli isimlerden birisidir.
Televizyonlardaki tartışma proğramlarının bugüne göre daha revaçta olduğu yıllardı. Yanılmıyorsam TRT’nin bir proğramında Prof. Dr. Mehmet Aydın Hoca ile birlikte Hayrettin Karaman Hoca da konuktu..
Oldukça seviyeli bir sohbetin gerçekleştiği proğrama damgasını vuran Mehmet Aydın Hoca’nın bir lâtifesiydi.
Mehmet Aydın Hoca tebessüm ederek: “Kaderin cilvesine bakınız, bizim gençliğimizde Hayrettin Karaman Hoca, bizim modernist islâmcı hocalarımızdandı, aradan bunca yıl geçti, bugün gelenekçilik Hayrettin Hocam’a ama modernistlik de bendenize kaldı…” demişti.
* * **
Hayrettin Karaman, 7 Ağustos 2011 tarihinde Yeni Şafak’taki köşesinde “Tahammül mü hoşgörmek mi?” başlıklı yazsında -kendisi daha sonraki yazısında reddetse de- toplumun bâzı kesimleri için “getto” önerdi:
“İslam'a inanmayanlar kendi inançlarını serbestçe uygulayabilirler; ama bu uygulama Müslümanların hayat, ahlak ve dindarlıklarını, nesillerin eğitimini olumsuz etkileyecekse -İslam toplumunda- "onların aykırı filleri için özel mekanlar ihdas edilmek gibi" tedbirlere başvurulur.”(H.K)
Yukarıdaki parağraftan Hoca’nın kendisi ne derse desin ortaya çıkan fikrin adı “getto”dur.
Hoca yazısına şu cümle ile başlamış:
“Biz Müslüman imkanlar ve şartlar elverdiği takdirde İslam ahkâm ahlak ve âdâbının hakim olduğu, kimsenin aleni olarak bunları çiğneyemediği bir toplumda yaşamak ister.”(H.K.)
Yani bir nev’î benim, bizim, herkesin adına bir isteği dillendirmiş..
Bunu yaparken hiç şüphesiz ki Hocamız iyi niyetli. Aslında istemiş ki biz müslümanlar steril bir çevrede, ortamda yaşayalım.
Lâkin, bendeniz fakir meselâ, bu kadar homojen ve bu kadar steril bir muhitte, körlerin sağırların birbirini ağırladığı bir “getto”da oturmayı tercih etmem. Ayırca bendeniz, devleti soyanlarla, belediyeleri soyanlarla, yardım derneklerinde irtikap suçu işleyenlerle bir arada oturmayı istemem. Dolayısıyla yine bir müslüman olarak benim bir talebimi dillendirmiş olmuyor Hocamız.
“Şimdi bir apartmanda, bir sokakta, bir mahallede eşcinselinden sarhoşuna, nikahsız birlikte yaşayanından (zina edenlerden) kumarcısına, Müslümanları sevmeyenlerden düşmanına, sokakta sevişenden çıplağına... kadar birçok insanla yan yana yaşıyoruz. Peki dindar Müslümanların bu insanlara karşı iç ve dış tavırları ne olacaktır?”(H.K.)
Hocanın şikâyetleri de yukarıdaki parağrafta hülâsa edilmiş.
Hocamın, şikâyetlerine konu olan marazlarla dolu bir apartmanda, sokakta, mahallede oturup oturmadığını bilmiyorum açıkçası. Yani bir sarhoş, bir eşcinsel, bir sapık, bir hırsız, bir kumarcı, bir zâni ile çevrilmiş “seçkin”(!) bir muhitte oturup oturmadığını hakikaten bilmiyorum.
Eğer gerçekten böyle bir apartmanda, sokakta, mahallede oturuyor ise, eh, şekvâ etmekte yerden göğe kadar haklıdır muhterem Hayrettin Karaman Hocamız.
Bu durumda yapacağı tek mâkûl, mantıklı şey ise o muhitten ân kârîb-üz zemân taşınmak olacaktır. Hocamız ile aynı sitede oturmak ve Hocamız ile komşu olmak isteyen binlerce seveni vardır bu ülkede. Yeni bir muhit, yeni bir ev bulmak Hocamız için hiçbir şekilde problem teşkil etmeyecektir.
Peki, Hocamız şikâyetlerine konu olacak böyle bir mahallede oturmuyor ise mesele nedir, bu yazıyı Hayrettin Karaman’a üstelik mübârek Ramazan ayı iklîminde yazdıran sâik, his ve muharrik unsur nedir?
Eğer bahse konu rahatsızlıkları Muhterem Hocamızın yaşlılığından kaynaklanmıyor ise, durup dururken niçin böyle bir yazı yazmıştır? Hemen arkasından da ikinci bir yazıyla, yazısına gelen haklı/haksız tenkitlere üstelik çok sert bir uslûpla yazdığı ikinci yazıyla neden ilk yazısındaki duruşunu tahkîm etmiş ve ilk yazısında bahsettiği “farklı mekânların”(!) aslında “genelevler” olduğunu ifâde etmiştir?
Hayrettin Karaman’ın “Tahammül mü hoşgörmek mi?” başlıklı ilk yazısından, Hocamızın alenî bir şekilde sürdürülen ahlâksız hayat tarzları için bir “genelev” zarûretini önerdiğini “istinbat” ve “istihrac” etmek için biraz fazlaca mesai gerekiyor. İstediğiniz kadar derine ininiz böyle bir anlam çıkmıyor yazıdan.
Kaldı ki, biz Hocamıza inanmak zorundayız, Hayrettin Karaman yazının içinde oldukça saklı biçimde de olsa bunu kast etmiştir.
Lakin bu ülkede zaten o bahsettiği yerler vardır, daha fazlasını mı istiyor Hoca?
Hayır bu da olamaz!
Sanırım Muhterem Hocamızın kafası karışık.
Ya da, zayıf ihtimal ama, üç dönemdir oylarını arttırarak devam iktidar, Hocamızın da başını döndürmüş ve görmekten rahatsız olduğu manzaraların gözünün önünden gitmesini istemiş ve bunu yazı konusu yapmıştır, el-hak, bunca yılın kıdemiyle bu kadar lükse hakkı vardır Hayretin Karaman Hocamızın.
Yazıyı okuyunca, büyük İslâm âlimi Musa Cârullah’ın yaşlılık dönemlerinde yazdıklarıyla daha evvel yazdıkları arasındaki fark geldi aklıma.. Oldukça zengin tezatlara imza atmıştı yaşlılığında merhum Musa Cârullah, gençliğinde yazdığı o zengin birikimin tersine..
Yazının muhtevâsı ayrı bir bahis. Farklılıkların tecrit edilmesi, farklılıkların ayrıştırılması, bir polarizasyon, akıl kârı değil.. Mevzua dinî izahlar getirmek bile aslına bakarsanız abesle iştigal, vakit kaybı. Ve bunu en iyi Muhterem Hocamız Hayrettin Karaman bilir(di) gençliğinde..
Hocaya da zaten yalnızca iki isimden destek geldi:
Nagehan Alçı ve Oray Eğin.
Ne kadar mânidâr değil mi?
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi