Telvin Hüsn-ü Hat Sahaf Şiir
Anasayfa > Adnan İslamoğulları > Renkli camlar ve altın...

Renkli camlar ve altın...



Uzun yıllar evvel “politika şeytanla anlaşma imzalamaktır” sözünü okuduğumda mübalağalı bulmuştum açıkçası, Cemil Meriç’in inşirah bulmayan ruhundaki, bitip tükenmek bilmeyen uslûp coşkusundaki, yine hudutsuz tecessüsünün biraz kantarı kaçmış retoriklerindeki med cezirlere vermiştim. İtiraf etmeliyim ki, bir yandan da oturaklı bir ikaz veya sunturlu bir yön levhası olarak da hazzetmiştim cümleden, belki bir gün lâzım olur diye kazınmış hâfızama demek ki...


Ardımızda bıraktığımız yıllar, bu cümleyi hafızamın derinliklerinden mebzûl miktarda çıkaracağım hâdiselerle dolu. Tespitin içindeki ‘şeytan’ kelimesine takılıp pek çok itirazlar geliştirilebilir şüphesiz, hatta yazıya ve yazana yönelik tenkitler de. Umurumda değil tabii ki, yazdığınız ve bunu paylaştığınız ândan itibâren bunları kabul etmişsiniz demektir, haklı ya da haksız, doğru ya da yanlış, iyi niyetli ya da değil, bir anlama çabası ya da değil, ne önemi var? Yine de yazayım, “şeytan” yalnızca bir metafor.


İlkesizliğimizin, samimiyetsizliğimizin, hakikaten inanmamışlığımızın/inanamamışlığımızın, hakikat uğrunda vazgeçemeyişlerimizin, hakikatin yanında yer açtığımız yalanlarımızın bir metaforu. İdeâllerimizin gençlik eyyâmımızda olgun ve diri, yıllar geçtikçe yorgun ve tâkatsiz ve tatsız bir hâl almasının, çürümesinin, nemli bir kâğıt tomarı gibi kokuşmasının metaforu.     


Politikanın kaygan zemininde yürümenin ne kadar yüksek bir kâbiliyetler skalasını gerektiren bir iş olduğunu, hayatın en kötü sürprizlerini beraber biraz da mizah ile karşıladığınız arkadaşlarınızla yol ayrılığı yaşamanın ne demek olduğunu anladığımızda, siyâsî ideâllerimizin ne kadar fantastik olduğunu da anlamıştık aslında aynı zamanda. Bunun, zihnimizde bıraktığı acı tatlar hâlen zaman zaman damağımızda hissettiriyor kendini, ikrah ediyoruz her seferinde, hatta yeni acı tatlar tadıyoruz zaman zaman...


Daha henüz, mahallenin boş arsalarında üç kornerin bir penaltıya tekâbül ettiği ve altıda kalelerin değiştiği, on ikide maçın bittiği çetin futbol maçlarının oynandığı ve neredeyse çocukluk günlerine tesâdüf eden yıllarda kuşandıkları ideallerinin artık nicedir duvara tosladığını bizzat gören bir neslin hayal kırıklıklarının bile son demleri yaşanıyor, son hayal kırıklıklarını yaşıyor o nesil.


Dünyayı yerinden oynatabileceklerine inanmış, ülkeyi ancak kendilerinin kurtarabileceklerine güvenmiş ve üzerinden 12 Eylül geçmiş bir neslin, ayne’l yakîn vardığı yer; siyâsetin içinde tutunamamak, vâr olamamak, kendini ifâde edememek, ideallerinin izini sürememek, ideallerin nasıl pazarlandığını defaatle tecrübe etmek, reel politik denen o her dem taze aşüfte ile aşık atamamak.


Reel politik denen aşüfte ile aşık atabilenlerin zemini nicedir siyâset. 


Şartlar ne olursa olsun, seçim arifelerinde ilkesiz randevular bulvarı artık aktif siyâset. Ortada ne hatır, ne hak, ne hukuk, ne vefa, ne nezâket, ne letâfet, ne usûl, ne erkân, ne âdâb ve ne de muâşeret bırakmayanların kırk saniyelik hatırı olmayan kahveler sokağı aktif siyâset.. Denize düşenlerin karşılarına çıkan bir küçük çırpıya sarılabildiği bir vâr olma mücâdelesi.
Bu nesillerin siyâset yoluyla ait oldukları câmiaya katkı sağlama zamanları daralmıştır, yüzlerce kırgınlığın, yüzlerce hayal kırıklığının, yüzlerce istifhâmın konusu olmuşlardır. Züccâciye dükkânında kırk yıl dolaşmışlar ordusudur bu nesiller ve ortalık cam kırıklarıyla doludur. Güzelim kristaller, çeşm-i bülbüller, lâledanlar paramparçadır ve yerlerdedirler...


1980 ve 2010 yılları arasında siyâsetin içinde hârâb olan bir neslin iflâsı artık siyâset. O iflâsın açtığı alanda on yıldır bir gelenek hüküm sürüyor, şuur altlarında Türk kelimesi ile ciddi sorunlar barındıran ve adım adım, merhale merhale ülkeyi bir arada yaşamanın imkânsızlaştığı bir coğrafyaya ve bölünmeye götüren bir gelenek bu... 


Altın verip, gönüllü olarak rengârenk camlar alan, aldıkları bu renkli camları altından çok daha fazla seven Kızılderililerin, renkli camların renk ve ışık geçiren oyunlarıyla mutlu olmalarındaki o çocukça sâfiyetlerini beyaz adamın, hesaplı, şüphelerden oluşmuş, sevgisiz ve ikinci sınıf komplo teorilerle örülmüş yüzünü tanıdıklarında  gözlerindeki mutluluğun ve neşenin gözyaşı olarak düştüğü yerin adı artık siyâset.


Artık devir altına hücûm devri.


Bizde altın yok, renkli camların da yüzüne bakan yok.
Işığa tuttuğunuzda size renk cümbüşü sunan renkli camlarla hâlâ heyecanlanacak, çocukça sevinebilecek, onları yan yana dizmekten hoşlanacak, seslerinden mutlu olacak olanlar var mı acaba?


Vakit daralıyor artık, mevsim vedâ mevsimine dönüyor. Umutlarla birlikte sararan son yapraklar bunlar, umutlarla birlikte son kez düşüyorlar dallarından, ya da biz bazen ağacı sallayıp düşürüyoruz yaprakları, umutlarla birlikte son kez yatıyorlar yere sapsarı.


Elimizde bir miktar daha renkli cam kalmıştı, karşılığında altın da gerekmez, hiçbir şey gerekmezdi, renkli, ışık geçiren camlarla mutlu olacak olan aldı onları.


Bundan gayrısı artık sükûnet...


 

Yorumlar

Güvenlik Kodu

vahiy  insan  şehir  revelation  ahlâk  etik  ethica  nüzhet yalan estetik  metafizik  ebrah doğu  batı  fıtrat  creation  yaratılış  iyilik  kötülük  dürüstlük  eşref-i mahlûkat  kişilik  asâlet  cesâret  vefâ  sadâkat  ihânet  yalan  immoralist  mitoloji  belh’um adâl  aere perennius  antere  genetik  şuur  terbiye  muâşeret  muâşaka  muvâsalat  firâk  zarâfet  letâfet  ferâset  panteon   rolyef  fresk  heykel  portre  gravür   ideal  ülkü  ülkücü   kerbelâ  aşk keşke  cennet  cehennem  araf  âdem  havva  hâbil  kâbil  elma  haz  hayâ  hicap  gurur  hürriyet  adâlet  musâvat  agnostic  akıl  dacret  locig  analytical  antiq  aristokrasi  kûrûn-i vustâ  giyotin  hakikat  hikmet  paradox  dialectic  tenkit  stoa  akademia  logos  logos spermaticos  felâsife  gelenek  hermeneutic  semantic  hint  upanişad  mutezile  ihvân-ı safa  ilk neden   iskenderiye okulu  medinetü’l fâzıla   hürriyet  kölelik  rönesans  ütopya  rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed  kur’ân  endülüs ibn-i rüşd  aristotales  şeyh gâlip  farâbi  platon  sokrat   marcus aurelius  galile  mimar sinan  kirkedard  farabi  ibn-i sina   ibn-i hâldun  kafka  taşköprülüzâde  gazâli  musa cârullah  şemseddin sâmi frasheri  bergson  enver paşa  muhammed ikbal  hayyam  mehmet âkif  yâkup cemil  şems  ibn-i haldun  mevlâna  ali şeriâti  fuzulî  ebu’l âlâ el maarrî  ahmet mithat efendi  cemil meriç  nâmık kemal  ahmed hamdi tanpınar  kemal tahir  yahya kemal  cahid zarifoğlu  dostoyevski  tolstoy  knut hamsun  nietzsche  oğuz atay gogol  albert camus  descartes  herman hesse  puşkin  halil cibran  kaşgarlı mahmut  tevfik fikret  cenap şehabettin  neyzen tevfik  motzart  bach  mahler  tarkovski  suç ve  cezâ   anna karenina  madonna  prag  istanbul  çocuk kalbi  sn. petersburg  soljenitsin  marks  kant  heraklit  hegel  el-hamra  endülüs  kâmus u türkî  redhouse  wagner  kâmus u okyanus  lugat-i fransevî  iliria shqip  meydan larusse  şakâyık-ı nûmâniye  mevzuâtü’l ulûm  abdülkadir merâgi  ıtrî  muhammed esed  michelangelo van gogh  cezanne  rembrand  monet  hoca ali rıza  ulysess gaze  eleni karaindrou  sezen aksu  golha  farid farjad  osman hamdi

Tasarım : ATS