Renkli camlar ve altın...
Uzun yıllar evvel “politika şeytanla anlaşma imzalamaktır” sözünü okuduğumda mübalağalı bulmuştum açıkçası, Cemil Meriç’in inşirah bulmayan ruhundaki, bitip tükenmek bilmeyen uslûp coşkusundaki, yine hudutsuz tecessüsünün biraz kantarı kaçmış retoriklerindeki med cezirlere vermiştim. İtiraf etmeliyim ki, bir yandan da oturaklı bir ikaz veya sunturlu bir yön levhası olarak da hazzetmiştim cümleden, belki bir gün lâzım olur diye kazınmış hâfızama demek ki...
Ardımızda bıraktığımız yıllar, bu cümleyi hafızamın derinliklerinden mebzûl miktarda çıkaracağım hâdiselerle dolu. Tespitin içindeki ‘şeytan’ kelimesine takılıp pek çok itirazlar geliştirilebilir şüphesiz, hatta yazıya ve yazana yönelik tenkitler de. Umurumda değil tabii ki, yazdığınız ve bunu paylaştığınız ândan itibâren bunları kabul etmişsiniz demektir, haklı ya da haksız, doğru ya da yanlış, iyi niyetli ya da değil, bir anlama çabası ya da değil, ne önemi var? Yine de yazayım, “şeytan” yalnızca bir metafor.
İlkesizliğimizin, samimiyetsizliğimizin, hakikaten inanmamışlığımızın/inanamamışlığımızın, hakikat uğrunda vazgeçemeyişlerimizin, hakikatin yanında yer açtığımız yalanlarımızın bir metaforu. İdeâllerimizin gençlik eyyâmımızda olgun ve diri, yıllar geçtikçe yorgun ve tâkatsiz ve tatsız bir hâl almasının, çürümesinin, nemli bir kâğıt tomarı gibi kokuşmasının metaforu.
Politikanın kaygan zemininde yürümenin ne kadar yüksek bir kâbiliyetler skalasını gerektiren bir iş olduğunu, hayatın en kötü sürprizlerini beraber biraz da mizah ile karşıladığınız arkadaşlarınızla yol ayrılığı yaşamanın ne demek olduğunu anladığımızda, siyâsî ideâllerimizin ne kadar fantastik olduğunu da anlamıştık aslında aynı zamanda. Bunun, zihnimizde bıraktığı acı tatlar hâlen zaman zaman damağımızda hissettiriyor kendini, ikrah ediyoruz her seferinde, hatta yeni acı tatlar tadıyoruz zaman zaman...
Daha henüz, mahallenin boş arsalarında üç kornerin bir penaltıya tekâbül ettiği ve altıda kalelerin değiştiği, on ikide maçın bittiği çetin futbol maçlarının oynandığı ve neredeyse çocukluk günlerine tesâdüf eden yıllarda kuşandıkları ideallerinin artık nicedir duvara tosladığını bizzat gören bir neslin hayal kırıklıklarının bile son demleri yaşanıyor, son hayal kırıklıklarını yaşıyor o nesil.
Dünyayı yerinden oynatabileceklerine inanmış, ülkeyi ancak kendilerinin kurtarabileceklerine güvenmiş ve üzerinden 12 Eylül geçmiş bir neslin, ayne’l yakîn vardığı yer; siyâsetin içinde tutunamamak, vâr olamamak, kendini ifâde edememek, ideallerinin izini sürememek, ideallerin nasıl pazarlandığını defaatle tecrübe etmek, reel politik denen o her dem taze aşüfte ile aşık atamamak.
Reel politik denen aşüfte ile aşık atabilenlerin zemini nicedir siyâset.
Şartlar ne olursa olsun, seçim arifelerinde ilkesiz randevular bulvarı artık aktif siyâset. Ortada ne hatır, ne hak, ne hukuk, ne vefa, ne nezâket, ne letâfet, ne usûl, ne erkân, ne âdâb ve ne de muâşeret bırakmayanların kırk saniyelik hatırı olmayan kahveler sokağı aktif siyâset.. Denize düşenlerin karşılarına çıkan bir küçük çırpıya sarılabildiği bir vâr olma mücâdelesi.
Bu nesillerin siyâset yoluyla ait oldukları câmiaya katkı sağlama zamanları daralmıştır, yüzlerce kırgınlığın, yüzlerce hayal kırıklığının, yüzlerce istifhâmın konusu olmuşlardır. Züccâciye dükkânında kırk yıl dolaşmışlar ordusudur bu nesiller ve ortalık cam kırıklarıyla doludur. Güzelim kristaller, çeşm-i bülbüller, lâledanlar paramparçadır ve yerlerdedirler...
1980 ve 2010 yılları arasında siyâsetin içinde hârâb olan bir neslin iflâsı artık siyâset. O iflâsın açtığı alanda on yıldır bir gelenek hüküm sürüyor, şuur altlarında Türk kelimesi ile ciddi sorunlar barındıran ve adım adım, merhale merhale ülkeyi bir arada yaşamanın imkânsızlaştığı bir coğrafyaya ve bölünmeye götüren bir gelenek bu...
Altın verip, gönüllü olarak rengârenk camlar alan, aldıkları bu renkli camları altından çok daha fazla seven Kızılderililerin, renkli camların renk ve ışık geçiren oyunlarıyla mutlu olmalarındaki o çocukça sâfiyetlerini beyaz adamın, hesaplı, şüphelerden oluşmuş, sevgisiz ve ikinci sınıf komplo teorilerle örülmüş yüzünü tanıdıklarında gözlerindeki mutluluğun ve neşenin gözyaşı olarak düştüğü yerin adı artık siyâset.
Artık devir altına hücûm devri.
Bizde altın yok, renkli camların da yüzüne bakan yok.
Işığa tuttuğunuzda size renk cümbüşü sunan renkli camlarla hâlâ heyecanlanacak, çocukça sevinebilecek, onları yan yana dizmekten hoşlanacak, seslerinden mutlu olacak olanlar var mı acaba?
Vakit daralıyor artık, mevsim vedâ mevsimine dönüyor. Umutlarla birlikte sararan son yapraklar bunlar, umutlarla birlikte son kez düşüyorlar dallarından, ya da biz bazen ağacı sallayıp düşürüyoruz yaprakları, umutlarla birlikte son kez yatıyorlar yere sapsarı.
Elimizde bir miktar daha renkli cam kalmıştı, karşılığında altın da gerekmez, hiçbir şey gerekmezdi, renkli, ışık geçiren camlarla mutlu olacak olan aldı onları.
Bundan gayrısı artık sükûnet...
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi