Bizim de vehimlerimiz var, hakikat sandığımız vehimlerimiz
Geçmiş yıllarda TRT’de Avrupa’dan futbol programının en akılda kalan cümlelerinden birisi de hiç şüphesiz “ender gelişen Osasuna atakları” cümlesiydi, İlker Yâsin’in heyecanlı sesinden dinlerdik.
Osasuna futbol takımı neredeyse seksen yıldır İspanyol liginde “kümede kalmayı garantilemeye” oynuyor, çok zayıf bir takım ve hâlen ataklarını nâdiren geliştiriyor. Şu ânda on altıncı sırada.
Baskça’da “sağlık, neşe ve canlılık” anlamına gelen Osasuna, neşeden, sağlıktan ve canlılıktan eser barındırmayan bir futbol mâcerâsı yaşıyor kurulduğundan bu yana. Taraftarları da hemen her maçtan sonra “lagona edatera” (içelim dostum) diyorlar birbirlerine, ama hep kahırdan içiyorlar.
Bâzen “Osasuna taraftarı” olmak gibi bir kader yükleniyor hayatımıza, “anlamsız bir çırpınma” demek bu, başarının elbet bir gün bizi bulacağına inanmak vehmi, bizim için de bir şansın bulunduğunu vehmetmek, yalnızca o şansın “hangi taşın altında olduğunu” bulamamak bahtsızlığına inanıp o şansı aramaya devam etmek.
Bir kümes hayvanının uçmaya çalışması kadar trajikomik bir müteselsil gayret ve mesâi silsilesi...
“Sen bir kümes hayvanısın, uçamazsın, senin varlık sebebin bu değil” demek beyhûdedir.
Zaman zaman da kümes hayvanlarının uçmasını beklemek kadar, kartalları kümese tıkmak ve kargaları da tahta oturtmak gibi bir hamâkatimiz de müteselsil tevehhümümüzün(vehimlerimizin) bir cüzüdür.
Hiç acımayız, merhamet etmeyiz kartalları kümese tıkarken, utanmayız kargaları tahta oturturken, biliriz aslında “kartallar yüksek uçar” , ama yine de biz ki göklerde uçamamışızdır, biz ki yüksek tepelerin rüzgârından ürkmüşüzdür ya da yolumuz düşmemiştir yükseklere, o vakit etrâfımızdaki kartallar da kümese tıkılmalıdır veya kargalar tahta
çıkarılmalıdır.
Bizim de vehimlerimiz var, hakikat sandığımız vehimlerimiz.
Dünyayı değiştirebileceğimize inandığımız yıllarımız... Zamanla ucundan kırptık biraz, ülkeyi değiştirebileceğimize inandırdık kendimizi. Baktık olmuyor, kurumlarımızı değiştirebileceğimize, onları kurgulayacağımıza, onları ideâlize edebileceğimize inandık samimiyetle.
Bizim de vehimlerimiz var, hakikat sandığımız vehimlerimiz.
Hakikati bulduğumuza inanırız zamanla, bizim düşündüğümüzün en doğrusu, en hakikî, en sağlıklı, en hasbî, en güzel, en ideâl olanı olduğundan emîn oluruz ve etrâfımıza da dayatırız bu emîn olduğumuz hakikat kisvesi altında gizlenen vehimlerimizi. İtirazlara kulak tıkarız, hafife alırız, lâfugüzaf muâmelesi yaparız. Boğarız sesini acımadan itiraz edenin, kısarız, tercih etmesine müsaade etmeyiz, saygı duymayız, mâruz bırakırız onu kendi vehimlerimize.
Bizim de vehimlerimiz var, hakikat sandığımız vehimlerimiz.
“Hakikati arayanlara inan, bulduğunu söyleyenlere asla” diyor Andre Gide. Biz hakikati bulduğunu söyleyenlere inanırız, biliriz aslında o buldum denilen hakikatin hakikat olmadığını, inanmak isteriz, çünkü vehimlerimizi besler o hakikat kılığındaki maskeler. Hakikati arayanlara değil, bulduğunu söyleyenlere yoldaş oluruz, çünkü hazır bulunmuşu vardır, çileye ne hacettir, hakikat olmasa da ve biz de bunu bilsek de!..
Yalanların, simülasyonların, illüzyonların, vehimlerin dünyası konforlu bir dünyadır, orada yaşamak isteriz. Çünkü fıtrî ilkelerimize bir kez ihânet etmişizdir ve hayat ile olan bağlılığımızın saflığını yitirmişizdir. Kendimize hile yapmışızdır, hayatımızdan ve her şeyimizden vazgeçmektir bu aslında. Ama olsun, fark etmiyor gibi yaparız, algılamıyor gibi yaparız, kendimize saygımızı devam ettiriyor gibi yaparız. Vehimlerimiz müsekkinlerimizdir bizim, sâkinleştirir, uyutur, vicdânımızı susturur, rahat uykulara dalarız..
Bizim de vehimlerimiz var, hakikat sandığımız vehimlerimiz.
İnanıyormuş gibi yaparız. İnandığımıza kendimizi o kadar inandırırız ki inandığımızdan hiç şüphe etmeyiz. İnandıklarımızı, inandırıldıklarımızı gözden geçirmektense, onları sorgulamaktansa konforumuzun bozulmasındansa gözlerimiz çıksın daha iyidir, inandığımızdan emînizdir. Hakikatin bulunduğu yerde başka hiç ama hiçbir şeye yer yoktur aslında. Adamın birisi “durun gittiğiniz yol doğru yol değil” der. Bunu dediği kitle binlerce, on binlercedir, çoğunluktur yani. “Acaba doğru mu söylüyor” diye bir ân bile düşünmeyiz, hemen kalabalığa karışırız, kalabalıktan birisi oluruz, kalabalık ederiz, kalabalık oluruz. Sahih, hakikî, sahici bir hakikat derdimiz yoktur çünkü. Varmış gibi yaparız. Caka alır, caka satarız, büyük laflar ederiz, büyük ideâller kuşanırız. Ama en küçüğünden en büyüğüne kadar hakikat cinâyetleri işlemekten geri durmayız, hakikati vehimlerimize, korkularımıza, şüphelerimize, işimize gelenlere, menfaatlerimize, konforumuza kurban ederiz...
Bizim de vehimlerimiz var, hakikat sandığımız vehimlerimiz.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi