“Şehitler tepesi” boşalıyor…
Cinnet kapısını çalıyor Türkiye’nin ve âdeta intihara doğru sürükleniyor.
“Rüyâmda içine şeytan kaçtığını gördüm, çocuğumu bu sebeple öldürdüm” diyerek, cinnet hâlinde evlâdını öldüren baba ile ülkenin siyâsî iktidârı ve medyası arasında hiçbir fark yok, birisi evlâdını öldürüyor, diğeri de açtığı yaralarla ülkesini, bağımsızlığını, birliğini, bir arada yaşama irâdesini yoğun bakıma yatırıyor. Yoğun bakım ünitesindeki doktorlara ise ‘hastanın fişini çekmek’ kalacak, “beyin ölümü gerçekleşti” diyecekler. Fişini çekmek işi ise siyasî iktidarın çok da zorlanmayacağı bir karar olacak.
Muhalefete düşen vazife de herhalde cenaze ağlayıcılığı olacak, ya sürecin bir parçası olarak ya da bir bedel mukâbilinde.
* * * * *
Son otuz yılda oluk oluk akan kanın birincil müsebbîbi Apo denilen kan emici, neredeyse bir aziz olarak, neredeyse gâib imam olarak, neredeyse mehdi olarak, neredeyse Türkiye’nin birliğinin çimentosu olarak â’lâ yı vâlâ ile İmralı’dan çıkarılarak Ankara’da 21 pâre top atışıyla ve devlet töreniyle karşılanacak ve kırmızı halılar üzerinden yürütülerek elini sıkmak için sırasını bekleyen mülkî erkânın saygı ve hayranlık dolu bakışlarıyla Diyarbakır’a teşyî edilecek; bir barış elçisi olarak.
Köşe yazarları harıl harıl Apo’nun kitaplarını okuyarak, satır aralarından entelektüel derinlikler, felsefî retorikler, barış mesajları, insanî değerlere saygı, demokratik olgunluk, dinî hassasiyet, derûnî geçmiş hesaplaşmaları çıkarıyorlar. İslâmcı medyanın mütedeyyîn kalemleri ise bir yandan Hudeybiye’ye atıflar yapıyorlar, bir yandan da Peygamber’in kriz çözme usûllerine dem vurarak, bu usûllerin İmralı görüşmelerine nasıl örnek olması gerektiğini yazıyorlar, fakihlerin derin bir kuyudan su çıkarmak anlamına gelen istihrac ve istinbat kavramları ile Apo’nun kitaplarındaki ipe sapa gelmez saçmalıklarından ‘Ortadoğu’da büyük Türkiye hayalleri’ çıkarıyorlar. Bu bir samimî hayal değil, siyâsî iktidarın hayal tâcirliğini yapıyorlar. Bir cepheden PKK’nın psikolojik harp taburu liberal kalemler, diğer taraftan iktidarın hayal tâcirliğinin pazarlamacısı İslâmcı mütedeyyin kalemler. Hepsinin mürekkebini dolduran kaynak aynı, kardeşliği darmadağın olmuş, bir arada yaşama irâdesi yok edilmiş, parçalara ayrılmış bir Türkiye’nin hesabının yapan bir kaynak bu; gizli ajanda sahipleri.
* * * * *
Dağdakilerin silah bırakması halinde, ülkeden sâlimen çıkışına muvafakat edeceğini söyleyen Başbakan Erdoğan, “Ben de olsam dağa çıkardım” diyen bir Bülent Arınç, Apo’dan Musa olmasını ve Nil’i tekrardan şöyle bir ikiye yarmasını bekleyen mütedeyyin kalem Fehmi Koru, PKP sözcülüğü vazifesini PKK sitelerinden çok daha ehil bir hassasiyetle bir mukaddes vazife gibi deruhte eden Hasan Cemal, Cengiz Çandar ve şürekâsı, Apo ile yatıp PKK ile kalkan bir medya ordusu.
Paris’te öldürülen PKK kurucu yöneticilerinden güler yüzlü, barışçı, çözüm isteyen, çözüm için saçını süpürge eden ya da etmeye hazır ‘Rahibe Terasa’ portreleri çıkaran bir ihanet korosu.
İmralı sürecini tecviz eden, cevaz veren, “Bâzen istemediğimiz elleri de öpmek zorunda kalırız”diyen bir kanaat önderi.
* * * * *
Bütün bunların yanında PKK meselesinin ‘Truva atı’ CHP ve Genel Başkanı.
İmralı görüşmelerine mukâbil Silivri Cezaevi’ne gitmeyi siyâset zanneden ve yaptığının ne anlama geldiğinden bile habersiz, “ismin ne demiş, Mülayim, sert olsan ne yazar” kabilinden bir MHP ve Genel Başkanı.
Yıllardır büyütülen Kürtçülük üzerine kendini yeniden konumlandıran İslamcılık, sermaye sınıfları.
Asla ve asla başarıya ulaşması mümkün olamayacak olan PKK terörünü lime lime ezmek yerine, zafer nârâları atan şımarık ve küstah siyasal Kürtçülüğü besleyen siyasî iktidar. Bütün bu kötülüklerin karşısında yok olan millî hassasiyetler, millî birlik duygusu, kardeşlik ve bir arada yaşama iradesi.
Bütün bu kötülüklerin karşısında iş olsun kabilinden efelenmelerle yetinen ve sanki sürecin bir parçasıymış gibi davranan MHP, ‘Memleketi çok kötü günler bekliyor’ metaforuyla fedakarlık ederek(!) siyasete dönen ve dut yemiş bülbül gibi makamlarında oturan vatan kurtarıcılar.
Yitirilmiş devlet aklı. Yok edilmiş toplumsal muhalefet. Manipüle edilmiş siyasî muhalefet. Satın alınmış medya. Gönüllü ihanet taburları…
Ve belki de yakın gelecekte sınırları değişecek bir Türkiye, sınırları küçültülecek bir Türkiye.
İçinde Türk’ün adının olmadığı yeni bir isme, yeni bir bayrağa ve yeni bir haritaya sahip bir ülke…
Sahi bu ülke kimin, kimlerin ülkesi olacak?
Bu yeni ülkede Seyit Onbaşı’nın, Enver Paşa’nın, Mehmet Akif’in, Yahya Kemal’in, Mehmet Akif’in ne anlamı kalacak?
“Şehitler tepesi” boşalıyor günden güne, “Bir bayrak” dalgalanmak için nereden rüzgar bekleyecek?
Bu ve buna benzer yüzlerce sorunun cevabı yok intihara sürüklenen günümüz Türkiyesinde…
Henüz yirmisinde gencecik ana kuzusu binlerce askerimizin, öğretmenimizin vatandaşımızın, Gaziantep’te bombalarla paramparça olan bebeğimizin, İstanbul’da halk otobüsünde yakılarak öldürülen kızımızın katillerinin cesetleriyle kirlenen bu toprakların anlamı değişiyor intihara sürüklenen günümüz Türkiyesinde.
Topraklarımız kirleniyor, müslümanlığımız kirleniyor, vatanseverliğimiz kirleniyor, milliyetçiliğimiz kirleniyor…
Her şey kirleniyor.
vahiy insan şehir revelation ahlâk etik ethica nüzhet yalan estetik metafizik ebrah doğu batı fıtrat creation yaratılış iyilik kötülük dürüstlük eşref-i mahlûkat kişilik asâlet cesâret vefâ sadâkat ihânet yalan immoralist mitoloji belh’um adâl aere perennius antere genetik şuur terbiye muâşeret muâşaka muvâsalat firâk zarâfet letâfet ferâset panteon rolyef fresk heykel portre gravür ideal ülkü ülkücü kerbelâ aşk keşke cennet cehennem araf âdem havva hâbil kâbil elma haz hayâ hicap gurur hürriyet adâlet musâvat agnostic akıl dacret locig analytical antiq aristokrasi kûrûn-i vustâ giyotin hakikat hikmet paradox dialectic tenkit stoa akademia logos logos spermaticos felâsife gelenek hermeneutic semantic hint upanişad mutezile ihvân-ı safa ilk neden iskenderiye okulu medinetü’l fâzıla hürriyet kölelik rönesans ütopya rethoric allah’ın kulu abdullah muhammed kur’ân endülüs ibn-i rüşd aristotales şeyh gâlip farâbi platon sokrat marcus aurelius galile mimar sinan kirkedard farabi ibn-i sina ibn-i hâldun kafka taşköprülüzâde gazâli musa cârullah şemseddin sâmi frasheri bergson enver paşa muhammed ikbal hayyam mehmet âkif yâkup cemil şems ibn-i haldun mevlâna ali şeriâti fuzulî ebu’l âlâ el maarrî ahmet mithat efendi cemil meriç nâmık kemal ahmed hamdi tanpınar kemal tahir yahya kemal cahid zarifoğlu dostoyevski tolstoy knut hamsun nietzsche oğuz atay gogol albert camus descartes herman hesse puşkin halil cibran kaşgarlı mahmut tevfik fikret cenap şehabettin neyzen tevfik motzart bach mahler tarkovski suç ve cezâ anna karenina madonna prag istanbul çocuk kalbi sn. petersburg soljenitsin marks kant heraklit hegel el-hamra endülüs kâmus u türkî redhouse wagner kâmus u okyanus lugat-i fransevî iliria shqip meydan larusse şakâyık-ı nûmâniye mevzuâtü’l ulûm abdülkadir merâgi ıtrî muhammed esed michelangelo van gogh cezanne rembrand monet hoca ali rıza ulysess gaze eleni karaindrou sezen aksu golha farid farjad osman hamdi